Doğu’nun doğuşu
Reel siyaset yapmanın en güzel örneklerinden biridir Türkiye’nin kendine yeni bir konumlandırma arayışına girmesi. Ve bunu çok temelden yapıyor olması da örneği daha cazip ve dikkat çekici kılıyor. Konu, Başbakan Erdoğan’ın Şanghay beşlisine yaptığı atıf. Avrupa Birliği nerede Şanghay nerede… AB’nin Türkiye için bir varlıksal sorun olduğunu da göz önüne alırsak belki de ilk sorulması gereken şey Türkiye ona “öz” olarak seçilip giydirilen batılılaşma elbisesinden mi kurtulmak istiyor, vazgeçiyor olmalı. Yoksa o değil de batılılaştık batılılaşabileceğimiz kadar şimdi biraz da doğululaşalım mı diyor…. Yoksa birini diğerine sopa olarak göstererek realizmin olmazsa olmaz kuralı havuç ve sopa üzerinden aba altına sakladığı sopayı mı gösteriyor AB’ye. İçimizdeki Batıcıların tüyleri diken diken olmuştur herhalde, görür gibiyim. Eyvah yüzünü doğuya döndü diye yaygara çıkarırken bu kadar da doğu dememiştik dediklerini duyar gibiyim. Onlar batının özünden ziyade binanın dış yapısıyla ilgilendiklerinden doğunun doğusuna dönmek de büyük bir endişeye gark olmalarına yeterlidir sanırım.
Avrupa Birliği’nin avutma ve oyalamalarına da bir cevaptır bu Erdoğan’dan. Günün sonunda AB’de başlangıç itibariyle ekonomik bir işbirliği için kurulmuştur. Her ne kadar Cumhuriyet rejimi ekonominin ötesinde bir beraberlik ümit etmiştir batıdan ama olamamıştır işte. Nasıl “bizim” cumhuriyetçilerin içinde tarihleri, geçmişleri, din ve kültürleri ile ilgili bir aşağılık kompleksi vardır, bunun karşı tarafta Avrupa kanadında bir izdüşümü de vardır. Onlar kendilerini batı kültürünün ortaklığı etrafında kenetlenmiş bir hıristiyan kulübü olarak görmektedirler. Türkiye de ağzıyla kuş tutsa Viyana kapılarını geçememektedir. Şimdi Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın güçlerini birleştirerek ortaya koydukları beşliye dahil olma arzusu karışık sinyallerle algılanıyor AB tarafından.
En başta bu AB’ye bir ültimatomdur. Başbakan Erdoğan’ın doğasında da mevcuttur böyle bir ültimatom çekme güdüsü. İlk defa da yapıyor değil bunu. Çok değil sadece bir elin parmaklarıyla sayılabilcek yıllar önce benzer bir şekilde “Ankara kriterleri”ni gündeme getirisi de hala hafızalarımızda taze. Kopenhag’a alternatif teşkil etmişti Ankara’nın merkeze oturtulması. Bu rest çekiş ne derece ise yaramıştı o günlerin süreci içerisinde o ayrı bir konu ancak gönderilmek istenen mesaj yerine ulaşmıştı.
Şimdi konu Şanghay olunca ilgili partilerin sayısı da karşılıklı muhataplarla sınırlı değil. Avrupa Birliği de Amerika da kulak kabarttı Erdoğan’ın teklifine. AB açısından düşününce zaten aralarına almayı yakın zamanda düşünmedikleri bu “müslüman” ülkeyi şimdi Rusya gibi bölgeye tehdit arzeden bir büyük güce kaybetmek kolay kolay hazmedilir bir şey olmayacak. Zira Rusya demek ekonomik ve siyasi alanda bir miktar da “İran” demek olacak. İki ülke arasında düşmanımın düşmanı benim dostumdur ilkesi üzerinden genişleyen işbirliği bakıyoruz da uzun dönemli bir ikili rolüne devşirildi son zamanlarda. Bunun farkında değil mi Avrupa… Elbetteki farkında. ABD de bu şekilde farkında. Ama onlar biraz da bardağa dolu tarafından bakmak istiyorlar. Türkiye, NATO’nun tek müslüman üyesi olması sebebiyle onun için müttefiki ve uzanamadığı doğuda da kendi adına temsilcisi olarak görüyor. Yani bir yerde soğuk savaş dönemindeki kadar olmasa da benzer bir reel siyaset güderek şimdi Rusya’ya karşı bir tampon ve “bizden” bir engel olarak addediyor. Tabii bu değerlendirmede Amerika, Türkiye ile İran arasındaki ezeli rekabeti de doğru okuyor ki bunun potansiyel bir beraberliğe dönüşmeyeceğinde ısrar ederek.
ABD’nin küresel ölçekte hızla irtifa kaybettiği şu günde Çin ekonomik süper güçlüğünü ilan etti edecekken Erdoğan’ın bu çıkışı, sonuçları reele yansısın veya yansımasın önemli.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.