Kupon karşılığı Namaz
Ya da “namaz karşılığı kupon” desek daha doğru olacak. “Çocukları camiye alıştırmak” için bazı imamların “camide kılınan namaz başına kupon” vererek, belirli süre içinde, belirli kupon sayısını tutturana hediye verme uygulamasını sık sık duyar olduk.
Biz duyarız da “onlar” duymazlar mı? Daha önce “Allah iyi bir fikir midir?” diye yazarak “Kabe’ye gitmekle adam olunamayacağı”nı gösteren “İri Gazete”nin “sabık yayın yönetmeni”, 2 Şubat’ta yazdığı yazısında çukurunu derinleştirerek “Namaz”ı ve “çocukları camiye alıştırma çabaları”nı “ti”ye alıyor, aklınca dalgasını geçiyor. “En optimal namaz sepeti” başlığıyla giriyor yazısına.
Bir türlü hayra çalıştırmayı beceremediği kafasını “bir matematik sorusu” kurcalıyormuş. Cevabı için, Ateist Aziz Nesin’in oğlu Ali Nesin’den ve 28 Şubatçı İsmet Berkan’dan yardım isteyerek, “dinden edeceği kesin” olan “ne idüğü belirli merciler”e yanaşmaktan geri kalmıyor. Dalga geçtiği konu ise, Yozgat’ın bir köyündeki imamın, çocukları camiye getirmek için uyguladığı “tablet bilgisayar” promosyonu.
İmam, iki ayda 180 kez camiye gelip, sonuna kadar namaz kılan çocuklara, namaz sonunda bir kupon veriyormuş. Bu şekilde 60 günde 180 kuponu tamamlayan çocuğa “tablet bilgisayar” hediye edecekmiş.
Buraya kadar, ilk bakışta anormal bir şey yok gibi görünüyor. Çocukları camiye ve namaza alıştırmak isteyen imamın, bunun için psikologların “ödüllendirme” diye adlandırdığı yöntemi kullanması, belki de “pedagojik vizyon” sahibi imamı terfi ettirecek bir aktivite olarak siciline geçebilir.
Ancak... İmamın çocukları namaza alıştırmak için ödüllendirme yöntemini kullanması iyi bir şey de, bunu yaparken “namaz”ın “promosyon”a bağlanarak “kuponlanması”, işte böyle, Özkök gibi tiyneti bozuk zevatın, inanç ve ibadetlere giydirmek için bir damar bulmuş hissiyatına kapılarak zevzeklik etmesine yol açacaktır.
Ödül bir yana, asıl iş, namaz için camiye getirilen çocukta “namaza devam istikrarı” oluşturulması, bunun “müslüman olmanın bir gereği” olduğu hissiyatının çocuğun gönlüne ve kafasına yerleştirilmesi, “asıl ödül”ün “ilahi rıza”yı kazanmak olduğu bilincinin çocuğa aşılanmasıdır. Eğer promosyonla birlikte bu “hissiyat ve bilinç” verilebilirse, imamın aktivitesi “niyetlenen hedef”e ulaşacaktır.
Yok, eğer çocuklar “namaz karşılığı kupon” alarak ibadet etmeyi “ödüle ulaşmanın atlama taşı” olarak algılarlarsa, kaş yapayım derken göz çıkarılacağından kimsenin kuşkusu olmasın. Zira bunun sonucunda, “ihlas” gibi en önemli temel taşlarından biri bozulmuş; “ibadet üzerinden ödül borsası” gibi bir felakete davetiye çıkarılmış, hatta -biraz abartılı gibi gelecek ama- “kumara giden yol” camiden geçirilmiş olur. Namaz karşılığı verilen “kupon”, çocukları bozan bir “kapan” haline gelir.
Elbette çocukları ödüllendirerek camiye ve namaza alıştırmak isteyenlerin böyle bir niyeti yok. Amacım, “hatalı yöntem” kullanmanın getirebileceği “vahim netice”ye dikkat çekerek, uygulamayı yürütenlere yardımcı olmak. Bu nedenle, Namaz karşılığı kupon dağıtarak promosyon uygulayan imamın “tablet bilgisayar”ı gösterip “namaz bilinci” aşılamadığını söyleyebilmek için sonucu beklemek lazım. Ama Özkök gibi, sonucu beklemeden dalgasını geçenler her zaman olacaktır elbette. Bunların, araya sokuşturdukları ifadelerle “niyet bozgunculuğu” yaptığını da göreceğiz.
Nitekim Özkök, “bir köy çocuğunu rahatlıkla etkileyebilir” gördüğü bu uygulamanın “cazip bir teklif” olduğunu söylüyor. Ardından, çocuğun tablet bilgisayarı kazanmak için nasıl bir program takip edebileceğine kafa yoruyor. “O kafa”yı biraz da “Hak yola nasıl dönülür”e yorsaydı, belki “Kabe’ye gitmenin sonucu”na da erebilirdi. Ancak bu, kendisinin bileceği iş. Kimsenin şeytanına kış diyeceğimiz yok.
Özkök, tablet bilgisayarın nasıl kazanılabileceğine dair, “çocukların niyetini bozmak” için bir dizi hesaplama yapıyor. “Akıllı ve pratik bir çocuk 180 namazı en optimal şekilde nasıl planlayabilir?” sualini ortaya atıyor ve çocuklara, yeni bir kupon kazanmak için sabah namazı gibi kısa bir namaz varken, yatsı namazı gibi “sabah namazının ikibuçuk katı uzunluğunda” bir namaza gitmenin “akıl kârı” olamayacağını öğütlüyor. Sonra, “öyle bir sepet yapalım ki, okula engel olmasın, oyun oynayabilsin ve televizyon seyretmeye de vakti kalsın” diyor.
Oysa müslümanların yaşadığı ülkede; okul saatleri de, çalışma saatleri de, dinlenme ya da eğlenme saatleri de “ibadet vakitleri”ne göre ayarlansaydı, Özkök gibi aklıevveller, böyle “absürd hesaplar”a kafa yormaz, belki “yol”a gelebilirlerdi.
Ama olmaz. Niye mi?
Çünkü “müslümanların vergisi”yle ayakta duran ve “müslümanlar”ın yönettiği devlet “Laik” de ondan...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.