Böcekli Demokrasi
SULTAN Abdülhamid’in istihbaratı ve jurnalcileri mi daha sıkıydı yoksa bugünün istihbaratı mı? Hiç tereddüt etmeden bugünkü diyebiliriz. Sultan Abdülhamid zamanında bugünkü teknikler yoktu.
İslam dini ve evrensel ahlakı insanların özel hayatlarının, gizli günah ve ayıplarının araştırılmasını doğru bulmaz.
Özel hayatları, gizli günah ve ayıpları araştırmak ahlaksızlıktır.
Türkiye o hale gelmiş ki Başbakanın çalışma ofisine bile böcek konuyor…
Birkaç yıl önce ana muhalefet partisinin genel başkanının yatak odasına kamera kondu, filmi çekildi.
Türkiye’yi “böcekler” istila etmiştir.
Cihaz böcekler vardır… İnsan büyüklüğünde hamam böcekleri vardır…
Yurdun her yeri örümcek ağı gibi dijital kameralarla donatılmıştır. Sade görmekle kalmıyor, hafızasına kaydediyor.
Kaç sene oldu Sultanahmet’te bir lokantada bir savcı beyle tanıştım, ayaküstü biraz sohbet ettik, “devletin elli bin dinleme memuru varmış” dedi. Doğru mu, yalan mı nereden bileyim?
Bütün cep telefonları dinleniyor veya dinlenebiliyor.
Bütün bilgisayarlar… bütün sabit telefonlar…
Çocukluğumda, 1940’lı yıllarda Türkiye bit, pire, tahtakurusu, sivrisinek istilasına uğramıştı. Onların kökü kurutuldu veya çok azaltıldı ama bu sefer elektronik böceklerin ve insana benzer hamam böceklerinin istilasına maruz kaldık.
Telefonlar ne zaman dinlenir, elektronik postalar ne zaman kontrol edilebilir… Gerekiyorsa, lüzum ve zarureti varsa mahkeme kararıyla. İdarenin keyfi olarak bütün halkı dinlemesi kesinlikle doğru değildir, adaletsizdir.
Türkiye’de maalesef birkaç devlet vardır. En önde ortada görüneni bildiğimiz konvansiyonel devlettir. Onun yanında bir takım Derin Devletler bulunmaktadır. İnsanların özel hayatlarını, gizli günahlarını araştıranlar ahlaklı ve faziletli insanlar mıdır? Meşru istisnalar dışında bunları yapanlar ahlaksızdır, faziletsizdir, makyavelistdir.
Uyuşturucu kaçakçılığı yapanlar elbette hâkim kararıyla dinlenir.
Teröre karışanlar, kan dökenler elbette mahkeme kararıyla dinlenir.
Lakin Orwell’in kitabındaki gibi paranoyak metotlarla bütün halk dinlenemez.
Siyasi partilerin, baskı gruplarının birbirlerini dinletmeleri de suçtur, ayıptır, ahlaksızlıktır.
Men dakka dukka… Çalma kapıyı çalarlar kapını… Başkaların gizli ayıplarını ve günahlarını araştıranlar sonunda rezil ve rüsvay olurlar.
Herkesin günahı, ayıbı var da senin yok mu?
Onların kulaklarına erimiş kurşun aksın!..
* (İkinci yazı)
Millî Yazımız Osmanlıcadır
TARİH boyunca çeşitli coğrafyalarda Türk lisanı ondan fazla alfabe ile yazılmıştır. Türkler İslam ile şereflendikten sonra Kur’an yazısını kabul etmişler ve bu yazıyı bin yıldan fazla kullanmışlardır.
1928’de Latin yazısına geçilmesi ve bin yıllık yazının yasaklanması kültürümüzde, kimliğimizde ve toplumsal hafızamızda telafisi imkansız kopukluklara sebebiyet vermiştir.
Latin alfabesi lisanımıza uygun değildir.
Latin alfabesi millî alfabemiz değildir, adı üstünde Latindir.
İslam Kur’an yazısı ve alfabesi millî yazımızdır, çünkü bir yıldan fazla kullanılmış ve bizim olmuştur.
Bir millet, okunduğu gibi yazılan, yazıldığı gibi okunan kolay bir alfabe ile dejenere olur.
Japonların, Çinlilerin gücü, yazılarının çok zor olmasından ileri gelmektedir. Onların çocukları bu zor, çetrefil, karmaşık yazıyı öğrenmek için büyük bir gayret ve cehd sarf etmekte ve zekaları gelişerek bir tür kültür komandosu olarak yetişmektedir.
İngilizlerin gücü ve üstünlüğü, İngilizcenin yazılışı ile okunuşunu arasındaki büyük farkta ve zorluklardadır.
Latin yazısı artık bir realitedir. Bu realiteyi kabul etmemiz gerekir…
Lakin, Türkiye Müslümanları mutlaka ve mutlaka bin küsur yıllık İslam Kur’an yazısı ile Türkçe okuyabilmeli, yazabilmelidir.
Bugünkü kopukluk ile geleceğimiz karanlıktır.
Atalarının dedelerinin mezar taşlarındaki Türkçe ibareleri bile okuyamayan cahiller için istikbal yoktur.
Osmanlıca eğitim ve yayın yasağı âdil hukuka, temel insan haklarına, millî kültür ve menfaatlere aykırıdır.
Bu yasak kaldırılmalı ve isteyen vatandaşlar, hem Latince hem Osmanlıca eğitim yapacak İslam Mektepleri açabilmelidir.
Osmanlıca gazeteler, dergiler, kitaplar yayınlanabilmelidir.
Türkiye’de Çince, Japonca, Rumca, Ermenice, Rusça, İbranice ve diğer alfabelerle yayın yapmak serbest de niçin Osmanlıca yasaktır?
Böyle bir yasak millî kimlik ve kültürümüzün önünde büyük bir engeldir.
Bu yasak utanç vericidir.
Devlet okullara Osmanlıca dersleri koymalıdır.
Müslüman müteşebbisler hem Latince hem Osmanlıca eğitim verecek örnek bir İslam mektebi açmalıdır.
Başlangıçta dört sayfalık da olsa Osmanlıca bir gazete çıkartılmalıdır.
Vaktiyle Orta Anadolu’da yaşayan Karaman Rumları, Türkçeyi Grek alfabesiyle yazıyorlardı ve bu yazıyla hayli Türkçe kitap yayınlamışlardır. (Grek yazısıyla Türkçeden, Latin yazılı Türkçeye Robert Anhegger tarafından çevrilen “Temaşa-i Dünya Seyr - Eyle Dünyayı” isimli kitabı yıllarca önce ne büyük zevkle okumuştum. İslam/Kur’an yazısıyla basılmış nice binlerce önemli, meraklı, değerli kitap var da kazazede yeni nesiller bunlara baktıkça Çince mi Maçince mi anlamıyor…)
Bir vatandaş Karamanlhıca yazıyı öğrense ve o alfabe ile basılmış Türkçe kitapları Latin harflerine çevirse iyi olmaz mı? İşte Osmanlıca öğrenmek de böyledir.
Atalarımızın kendi millî yazıları da olmuştur. Arzu edenler onları da öğrensinler ve onlarla da yayın yapılsın.
İslamî kesimde, Osmanlıca seferberliği başlatacak hamiyet sahipleri yok mudur?
(Not: Osmanlıca yazının Latin alfabesine üstünlüğü konusunda son yıllarda üç kitap yayınladım. Birincisi: Prof. Avram Galanti’nin “Arabî Harfleri Terakkimize Mâni Değildir”… İkincisi: Kazanlı Türkolog Âlimcan Şeref’in “Harflerimizin Müdafaası”… Üçüncüsü: Esmâî’nin (Yusuf Samih) Mısır’da basılmış “Yazımız” adlı kitabı… Üç kitap da hem Osmanlıca yazıyla, hem de Latin harfleriyle basılmıştır. Konuyla ilgilenenler Bedir Yayınevinden edinip tedkik edebilir. (Tel. 0212/519 36 18)