Ehli Beyt ve İlahi Hanedanlık
Ehli Beyt ev halkı, aile fertleri manasında kullanılan bir tabirdir. Ehli beyt denildiğinde ev sahibi, onun eşi, çocukları, torunları ve yakın akrabaları anlaşılır.
Kur’an-ı Kerim’de ve Hz. Peygamber’in (sas) hadislerinde ‘ehl’ ve ‘beyt’ kelimeleri bir terkip hâlinde bu manada kullanılmıştır. Meselâ, Hz. Musa’yı sepetin içinde suya bırakan anası ve kız kardeşinin hikâyesi anlatılırken ehli beyt tabiri şöyle geçmektedir: “Biz daha önceden (annesine geri verilinceye kadar) onun süt analarını kabulüne (emmesine) müsaade etmedik.
Bunun üzerine ablası: Size, onun bakımını namınıza üstlenecek, hem de ona iyi davranacak bir aile (ehli beyt) göstereyim mi? dedi.” (Kasas: 28/12) Bu manada ‘ehli beyt’ tabiri Hud suresinde de geçmektedir. (Hud: 11/73) Bu tabir İslâm öncesi Arap toplumunda bu manada kullanıldığı gibi bugün de aynı anlamda kullanılmaktadır. Bununla beraber İslâm sonrası bir kişiye nisbet edilmeden mücerred olarak “Ehli Beyt” tabiri kullanıldığında bundan Hz. Muhammed (sas)’in ev halkı anlaşılmaktadır.
“Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin. Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin.
Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzab: 33/32-33) Bu âyet-i celilede hitap birinci derecede Hz. Peygamber’in (sas) hanımları ise de, O’nun evlatları, torunları olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ve damadı Hz. Ali de Ehli Beyt kavramının kapsamı dahilindedir. Ancak Ehli Beyt kavramının içeriği ve kimleri kapsadığı meselesinin İslâmî fırkalar arasında ihtilaflı bir konu olduğu da bir sır değildir.
Tarihin akışı içerisinde siyasi ihtilafların da etkisinde Kur’an-ı Kerim’de varid olan bu kavramın manası ya genişletilmiş ya da daraltılmış ve özel anlamlar yüklenilerek istihdam edilmiştir. Kimi fırkalar bu kavramın manasını daraltarak özel siyasi ve dînî hükümler de yüklemiştir. Şia fırkaları bu meyanda hemen akla gelebilir. Bu fırkalar kavramın mana genişliğini daraltmış ve Hz. Peygamber’in (sas) kızı Hz. Fatıma ile damadı Hz. Ali’nin soyundan gelen ve masum kabul edilen imamlarla manayı sınırlandırmışlardır.
Ehli Beyt’i kendileriyle sınırladıkları imamlara da dînî ve siyasi otorite bahşetmişlerdir. Ehli Beyt kavramının daraltılıp sözde masum imamlarla sınırlandırılması haddi zatında cihanşümul karakterli ve şûra temeline dayanan İslâm mimarisine aykırıdır. Çünkü İslâm mimarisinin genel hatlarına bakıldığında bu dinin gayesinin İslâm’ı birey ve toplum gönlüne hakim kılmak, tevhid eksenli bir tasavvur eşliğinde insanları dareynde saadete erdirmek olduğu görülür.
Oysa bu tarz Ehli Beyt tasavvuru Peygamber ailesinin sınırlarını daraltarak belirli kişilere hasretmiş ve bu belirlenen “özel zümreye” dönemin hâkim siyasi yapısına paralel babadan oğula geçen dînî ve dünyavî sahada ilahî bir krallık bahşetmek şeklinde tezahür etmiştir. Bütün ülkelerin krallıkla yönetildiği ve krallıkların kendilerini dinle meşrulaştırdıkları ve kimi yerlerde de din adına kutsandıkları bir dönemde İslâm içerisinde böylesi bir ilahî hanedanlık icat etmek dönemin sosyopolitik yapısına uygun düşse de bunun İslâm’dan onay alması mümkün gözükmemektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.