Osmanlılarda sivil toplum kuruluşları var mıydı?
Ey kendilerini “Kemalist Gençlik” olarak tanımlayıp, yazdıklarıma itiraz eden grubun mensupları! Diyorsunuz ki: “Osmanlı’da sivil toplum kuruluşları yoktu…”
Bu iddianız da yalan! Meşhur tarihçimiz Âşıkpaşazâde’nin ifadesiyle Osmanlı’yı dört grup kurdu:
Gaziyan-ı Rûm (askerler ki, bahsimizin dışındadır);
Âhiyân-ı Rûm (inanç temelli sivil bir örgütlenmedir);
Bacıyân-ı Rûm (tamamen sivil bir kadın kuruluşudur);
Abdalan-ı Rûm (Horasan Erenleri de denilen yine tamamen sivil bir örgütlenmedir).
Yani “sivil toplum kuruluşları” Osmanlı’nın henüz kuruluş aşamasından itibaren devrededir ve hiç devreden çıkmamıştır.
Bunlara ilave olarak, Her esnaf grubunun, günümüzdeki “esnaf odaları”na benzeyen bir örgütlenmesi vardır: Bu örgütlenme biçimine “lonca” denir.
Müslüman ve Müslüman olmayan (ki, sonradan aynı loncalar kurdular) esnafın ustaları muayyen zamanlarda lonca merkezinde toplanıp temsil ettikleri esnafın sorunlarını tartışırlardı.
Daha iyiye nasıl gidilebileceği yolunda fikir alışverişinde bulunurlar, bir takım kararlar alırlardı.
Hatta dargın esnafları barıştırır, esnaf arasında çıkan ufak tefek davaları, kadıya havale etmeden hallederlerdi.
Her esnaf kuruluşunun “Orta Sandığı” denen bir yardımlaşma sandığı vardı. Sandığın geliri aidatlardan, teberrulardan, çıraklıktan kalfalığa, kalfalıktan ustalığa geçenlerin ödemesi gereken meblağlardan oluşurdu.
Ekonomik sıkıntıya giren esnafa bu kaynaktan yardımcı olunurdu.
Her mahallede bulunan “Avarız Vakfı” da, sivil bir oluşumdu. Mahalleli vakfın doğal üyesiydi.
Mahallenin ihtiyacı olan yatırımlar bu vakfın kaynaklarından karşılanır, güvenilir insanlardan oluşan Vakıf Mütevelli Heyeti, mahalledeki muhtaçları gözetir, borç yüzünden hapse düşenleri tespit edip kurtarır, ayrıca küçük ihtilâfları hallederdi.
Akla gelebilecek her konuda vakıf kurulmuştu. 36 bin civarında vakıf Osmanlı toplumsal yapısının en önemli dayanaklarından biriydi.
Büyük çoğunluğu hiçbir resmi sıfatı olmayanlar tarafından kurulmuş halk vakıflarıydı ve bugünkü derkenler gibi çalışırlardı.
Tarikatları da bu çerçevede ele almak gerekiyor. Tarikatlar dini amaç gütmekle birlikte, sosyal hayatla da ilgiliydiler. Sadece zikirle değil, fikirle de meşgul olurlar, toplumun fikri plânda gelişmesine katkıda bulunurlardı.
Keza, tekke, zaviye ve dergâhları da yine aynı çerçevede görmek lâzım… Tamamen sivil bir zeminde hizmet görür, idareyi eleştirir, halka yol gösterir, nasıl daha iyi olacağına ilişkin görüş alışverişinde bulunulurdu.
Son zamanlarda ise hem cemiyetçilik (dernek vs) gelişti, hem de gazete ve mecmua başta olmak üzere sivil iletişim araçları yaygınlaştı.
1800’lerin ortasından itibaren önce devlet, daha sonra ise Namık Kemal ve Ali Suavi çıkardıkları gazetelerle halkı olup bitenlerden haberdar etmeye başladılar.
1908-1909 yıllarında Osmanlı toprakları üzerinde 200’ü aşkın günlük gazete çıkıyordu…
Cumhuriyet sonrasında hem gazete, hem okur sayısı geriledi. 1935’te ülkede 38’i günlük olmak üzere 116 gazete basılıyordu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.