Demokrasi ve Darbe
Demokrasi ve darbe kelimeleri asla yan yana gelemeyen ve birlikte yaşayamayan kavramlardandır. Biri varsa, diğeri yoktur yani. Birisi eskiden çok kullandığımız hatıra yüklü tatlı bir kelime olarak “şark” ise, diğeri bir medeniyet olarak ilk gördüğümüzde afalladığımız “garp”tır. Yani biri güneşin doğduğu yerse, diğeri battığı yerdir. Birine doğru gittiğinizde, ister istemez diğerinden uzaklaşırsınız.
Darbeler insana saygının, hak ve hukukun, adaletin, özgürlüğün, eşitliğin, bireysel tercihlerin katledildiği, keyfiliğin, kayırmacılığın, soygunun, yağmacılığın, talanın, zulmün, işkencenin ve öldürmenin olağan sayıldığı sözde “yönetim” biçimleridir ve totaliter, dikta ve faşist rejimlerin anasıdır.
Bir insanın darbeden yana olması zır delilikten başka bir şey değildir. Kendi çıkarını bile bilmeyen bir akılsızlık ve mantıksızlıktır darbeyi istemek veya savunmak. Darbe istemek veya darbeyi savunmak, utanç verici, yüz kızartıcı bir suç ve kepazeliktir, ayıptır. Darbe, yapanlara bile hayrı olmayan lanetli bir olaydır.
Bu açıdan bakınca, darbenin “iyisi” ve “kötüsü” olamaz. “Bizimkiler yaptı” diye darbeye destek vermek kadar ahmaklık olamaz.
Demokrasiler, belli bir zaman dilimi içinde halka yöneticilerini seçme imkan ve fırsatını veren sistemlerdir. Bu açıdan bakıldığında, kimsenin bu kuralı bilmediği veya işletmediği bir zamanda, asr-ı saadette İslam, seçimle iş başına gelen ve ancak halkın biatı ile tamamlanan yönetimler tanıdı. O bakımdan demokrasinin bu uygulaması bize yabancı değildir.
Gerçi dinimizin ilk uygulamalarında başkan, ehliyetini kaybetmedikçe ömür boyu seçilirdi. Ama buna dair kesin bir nas yoktur. bu noktada cari örfe uyulmuştur. Bu uygulamadan, “belli bir dönem” için başkan seçimine karşı olacak bir delil de yoktur. Fıkıh usulü ilmi açıklar; örfün değişmesiyle, ona dayalı hüküm de değişebilir. Nitekim son zamanlarda yazılan “İslam Anayasaları” bu görüşü benimsemişlerdir. Bunları biz “İslam’da Devlet ve Siyaset” kitabımızda delilleriyle yazmıştık.
Buradan şuraya gelmek istiyorum. Bu ülkede darbeler maalesef “irtica” adı altında “İslam’a Dönüş”ü engellemek için yapılmıştır. Şöyle söylüyorlar: ülkede darbelerin üç sebebi var; irtica, bölücülük, bozulan ekonomi. Bozulan ekonomiye asker ne yapabilir? Ekonomi ne komut dinler, ne silahtan korkar. Onu düzeltmek sivillerin işidir. Onu geçtik. Bölücülük, birileri zorlamazsa, ülke için asla tehdit değildir. Doğu, batıdan ayrılmak istemediğini hep söylemiştir. Geriye bir irtica kalıyor. Gelin onu da doğru anlayarak darbe sebebi olmaktan çıkaralım. Yazının amacı da budur zaten.
Fakat darbelerin gerçek sebepleri bunlar mıdır? Herhalde değil! Her darbenin kendine göre dış ve iç şartları ve amaçları vardır ve onun için yapılmıştır.
Demokrasi bilinci gelişmiş ülkelerde seçimle gelen, seçimle gideceğine göre, darbeye ne gerek var? Altı üstü dört sene sabrederek bekleyeceksin. Halk, istemediğini sandığa gömer.
Burada bir endişe olabilir: “Ya gitmezse?”
Demokrasiye “evet” demiş dindar ağırlıklı bir hükümeti bırakın, doğrudan İslamî bir iktidar için bile böyle bir endişe olamaz. çünkü gördük işte, yönetimin belirlenmesinde halkın seçimi ve biatı esastır. Bu şartları göz ardı edenler, meşruiyetlerini kaybederler. Halk tanımaz onları. Hele de artık bu çağda!
Onun için bu ülkede “irtica” bahanesiyle “darbe tehdidi” artık bitmiştir. Böyle bir bahane haklı değildir. Asla mazur görülemez. Kaldı ki darbenin hiçbir haklı yanı olamaz.
Bütün bu açıklamalardan sonra güncel olan şu soruyu sorabiliriz: Artık bu ülkede bir daha darbe olur mu?
Bazıları “olur” diyor ve dediğimiz bahaneye sarılıyor. Hatta kimileri darbeyi istiyor da maalesef. Bazıları da “Bu ayıp bitti. Artık darbe marbe olmaz” diyor.
Ben bir şey diyemiyorum. Ama değerlendirme adına bir çift sözüm var.
“Olur” diyenler, daha çok halktan umut kesenlerdir. Darbe, ellerinde bir sopa gibi duruyor. Korkutmak amaçlı yani. Bunu menfaatleri doğrultusunda kullanıyor, istismar ediyorlar. Fakat bu tehdit ve bu korku, demokrasiye zarar veriyor.
Burada bir yanlış daha var bence. Asker susuyor. Asker, darbe yapmak istemese bile bu “korkudan” belki de memnun oluyor. çıkıp “Bu iş bitti. Bir daha asla darbe olmaz” demiyor. Bu korkudan bir güç üretiyor ve bunu kullanıyor maalesef.
Ya bu “korkudan” medet uman siyasiler, düşünürler, bilim adamları? Onlar nasıl böyle bir şeyi kabullenebilirler? Utanç verici bir şey!
Hergün darbenin olup olmayacağının tartışıldığı bir ülkede yönetim ve bürokratlar akıl ve ruh sağlığını kaybederler. Kimse geleceğe güvenle bakamaz. Gerekli plan ve projeyi yapamaz. Kendinde iş başarma enerjisi bulamaz. Yatırımlar durur. Kurumlar dengeli bir duruş sergileyemez. Tansiyonu fırlayan bir hasta gibi anormalleşir. Gün gelir, bu anormallik normal yaşam biçimi sayılmaya başlar. İşte felaket buradadır. Yıllardır yaşadığımız felaket…
“Darbe olmaz” diyenlere de soruyorum; “garantiniz ne?”
“Hadi diyelim aklı mantığı bir yana koydu ve elindeki güce aldanarak darbeye kalkıştı. Kim durduracak? Bu halk, bu siyaset, bu bürokrasi, bu medya, bu iş dünyası mı darbeye karşı direnecek? Bedel ödemeyi göze alacak ve direnecek öyle mi?”
Yeni yeni “Darbe olursa tankların üzerine çıkarım” diye halka cesaret verenler çıkıyor. Bu da bir gelişme. Ama ne olursa olsun, bu “darbe” kelimesini kesinlikle gündemden düşürmeli, mümkünse lügatten bile silmeliyiz. çünkü onun kadar bu millete zarar ve utanç veren bir hastalık kalmadı artık yeryüzünde.
Darbeyi lanetlenmeli ve yaşama kasteden bu illeti ebediyen öldürülmeliyiz. Hele de “irtica” bahanesiyle darbe yapmanın hiçbir haklı yanı yoktur. Hükümeti beğenmeyen seçimde sandığa gömer. Halk beğeniyorsa, “demokrasi budur” der ve halkın seçimine saygılı olur. Oyunun kuralı budur.
Son bir şık kaldı, onu da söyleyelim bari: Halkını beğenmeyenler ise hastadır, tedavi olmaları gerekir.