"Yuh artık" diye Başlayan Bir Cümle!...
"Yuh artık" diye Başlayan Bir Cümle!..
ve "Hoşgeldiniz" Yeni Sağlık Bakanımız(2)
Üç dört senedir gazetelerde, haber sitelerinde yazılar yazıyorum. Doğrusu ilk defa bir yazıyı yazarken bu kadar isteksiz oldum. Geçen haftaki yazımıza gelen onca tatsız eleştiriden sonra, sağlık gibi herkesin hassas olduğu, sıkıntılar çektiği, acılar yaşamış olduğu ya da olabileceği bir konuda, yazıya nasıl başlayacağımı, işin neresinden tutacağımı, hatta yazmam gerekip gerekmediğini ve yazacaklarımın verdiğim emeğe değip değmeyeceğini bir türlü kestiremedim.
Aslında, çoğu zaman olduğu gibi, “kısmetse haftaya bu konuya devam edeceğiz” diye bitirdiğim yazı dizilerine ait makalelerin ikincisini, üçüncüsünü yazarken pek de sıkıntı çektiğimi söyleyemem. İlk yazıda, zaten konusu, hedefi ve yönü aşağı yukarı belli olan dizinin devamı kendiliğinden gelir bilgisayarın başına oturduğumda ve onca işimin arasında bayağı zamanımı alsa da keyifle sonlanır.
Lâkin bu defa öyle olmadı. Belki biraz, grip dolayısıyla vücudumdaki kırıklık, belki kendi işimle ilgili olarak son aylarda yaşadığım hareketlilik ve bununla ilintili geleceğe dair belirsizlik de etkili olmuş olabilir ama asıl etmen herhalde geçen haftaki yazımıza gelen bir kısım mütecaviz tepkinin bende oluşturduğu, tek kelimeyle “gönülsüzlük” diye ifade edebileceğim ruh hali. Öylesine ki, eğer o yazımızı “kısmetse haftaya bu konuya devam edeceğiz” diye bitirmemiş olsaydım muhtemelen bu makaleyi yazmamış olacaktım.
Aslında yazılarıma elbette olumlu-olumsuz hatırı sayılır derecede yorum ve eleştiri alıyorum. Şüphesiz bu bir yazar için memnuniyet verici bir durumdur. Olumsuz da olsa çoğu düzeyli olan bu yorumlar ve ilgileri için okuyucuma müteşekkirim. Ama geçen haftaki durum biraz farklı.
Önce “gerçekten bütün bilgi ve birikimimizi kullanarak, belli bir vakit ayırarak ve kafa patlatarak, insanımıza karınca kararınca bir şeyler vermek ümidiyle ve de tüm iyi niyetimizle yazmaya çalıştığım yazıların karşılığı bu olmamalı” diye düşündüm, gücendim, kırıldım.
Sonra, sırf bir tıp doktoru olduğum veçhiyle, sanki halkın yaşadıklarına duyarsız, yazdıklarımda ön yargılı, millete karşı biinsaf bir insanmışım gibi görülmüş olmam etkiledi beni. Bu sefer de “Demek ki şimdiye dek okuyucuma, bir insan olarak güven telkin edememiş, kendi çıkarları için başkalarının hakkını yemeye tevessül etmeyecek vicdanlı-adaletli bir insan olduğuma inandıramamışım” diye düşündüm. Yani peygamber efendimize “Muhammed-ül Emin” sıfatını veren özellikleri bir ölçüde de olsa sergileyememişim. İnanan bir insan için ne zillet bir durum... Beni asıl sarsan bu oldu.
Yoksa daha önce de bazılarına rahatlıkla “densiz” diyebileceğimiz yorumlar yapıldı yazılarımıza. Değersiz bulanlar bir yana hakarete varan sözlerle aşağılamaya çalışanlar oldu. , O kadar da kulak asmadık bunlara. Yeri geldi tepkileri ideolojik bulduğumuz için; “it ürür kervan yürür” dedik, yeri geldi yorumcunun konuya uzak olduğuna karar verdik, yazdıklarını anlayışla karşılamaya, sindirmeye çalıştık.
Ama bu defa öyle olmadı. Zira insanların başı ağrıyor ve ben de sanki “ağrırsa ağrısın, ben kendi sorunlarıma bakarım, kendi çıkarımı gözetirim” diyen “yeminli bir karşıt taraf”mışım gibi bir yansımayı aksettiriyor yorumlar. Benim gibi bir takım güç odaklarının hışmına uğramak bahasına en zor zamanlarda dahi fikirlerini olduğu gibi ortaya koyan ve yazılarını herhangi bir ikbalin peşinde olmadan, tamamıyla meccanen yazan amatör ruhlu bir insana ağır geldi bunlar.
“…bu arada doktorlarımıza geçtiğimiz aylarda medyaya haber olan bir doktor arkadaşlarının hastalandıktan sonra meslektaşlarına yaptığı tavsiyeleri her doktorumuzun bulup okumasını tavsiye ederim… Bir de karşı pencereden bakın olaylara…” diyen iyi niyetli ifadeler de yok değil bu yorumlarda. Ama sorunun çok daha derin olduğunu, mevcut şartlarda toplumun doktordan olan beklentilerinin kolay gerçekleşemeyeceğini ve münferit olarak gerçekleşse de genele matuf ve sürdürülebilir olamayacağını insanlara nasıl anlatsak bilemiyorum doğrusu.
“…yedi sülalem, tanıdıklarım, komşularım arasında daha doktorlardan memnun birine rastlamadım... Onların bazıları eskiden olduğu gibi halkı soymaya devam edemedikleri için hastalarına kızıyorlar… Adam gibi adam olun, dönün hastanelere… Olayın aslının (Doktor Hanım’ı tekmeleme olayının ŞŞ) bu olduğuna inanmıyorum söylenenler doğrudur ama eksiktir, yani tek taraflı bir anlatımla okuyucuyu yönlendirme, belirli bir fikre itme çabası var burada. Bir insanın doktor olması ille de o insana saygı duyulması zorunluluğunu ortaya çıkarmaz, kötü karakterli bir doktora sırf doktor olduğu için saygı duymamızı bekleyemezsiniz herhalde” gibi yorumları, “doktor ‘Yuh artık…’ derse hastaya da doktora ‘çüş artık’ demek düşer” diyen ifadeleri etkilenmeden, sükünetle kabul etmek gerçekten çok zor.
İşte benim anlatmak istediğim toplumsal psikoloji tam da bu. Yani sanki biz hiç bir işini iyi yapmayan, halkı soymak için fırsat kollayan, üstelik adam gibi adam da olmayan kötü karakterli bir insana, eksik-yalan söylemek suretiyle toplumu yönlendirerek saygı gösterilmesini istiyor ve bunu yapmadığı için de sitem ediyoruz! Ne ilgisi var yazdıklarımla bütün bunların? Yok böyle bir şey. Hem o hamile doktor hanımın böyle bir insan olduğu nereden çıkarılıyor ki? Aynı mantıkla, doktorlar da “tekmelenen, sırf doktor olduğu için mi böyle bakılıyor olaya” derse ne olacak?..
Peki, yine aynı bakış açısıyla, doktor olmayan bir yazarın( S.Ö.) 11 Şubat 2013 Pazartesi, [email protected] adresinde yazdıklarına ne denilebilir? “Baytar yerine yanlışlıkla hastaneye gelen hayvanlar doktorları boş boş oturup diğer doktorun, diğer hemşirenin peşinden koşturan ve gün aşırı birbiriyle fingirdeşen kişiler olarak görüyor, hal böyle olunca Abdülheyler hastanelerde gün be gün artışa geçiyor.” gibi cümleler maksadını çok aşan ifadeler olsa da makalenin tamamında dile getirilenler gerçeğin ta kendisi değil mi?
Şimdi… En azından şunu kabul etmek gerekiyor: Bu kadar keskin bakış açıları, böylesine köşeli hükümler yanlıştır. Dolayısıyla buradan bakamayız olaya. Yanlış noktadan baktığımız için yanlış görür, yanlış yorumlar, yanlış kararlar veririz. Sonunda bu hükümler bizi bağlar, sorunun çözümüne bir katkı sağlamamış oluruz.
Zaman her şeyin ilacıdır derler ya eskiler (aslında buna çok şeyin desek daha doğru olur kanımca), hesap o hesap. Bugün o yorumların üzerinden beş gün geçti. Hem gribim epeyce düzelti hem de karamsarlık kokan o duygusallığı büyük ölçüde attım üzerimden.
…Askerler kendilerine bir haksızlık yapıldığında ya da kötü davranışta bulunulduğunda komutanlığa şikayet dilekçesi verirken, kendilerine bunu hemen vermemeleri, aradan yirmi dört saat geçtikten sonra sakinleşip, iyice düşünerek hareket etmeleri önerilir. Tabii askerlikte, bu öneri dediğimiz şey aslında bir komuttur, kuraldır. Belki de mevzuata konmuş ve o süre içerisinde dilekçelere yasak getirilmiştir yani hiç kabul edilmiyordur, her neyse.
Aslında Karadenizli olmam babında, genetik olsa gerek, tez canlıyımdır ve kendimi özellikle haksızlık karşısında ani tepki vermekten uzak tutamam. Ama bu defa öyle olmadı; üstlerine vazife olmayan işlere kalkışmaları sebebiyle sıkça eleştirdiğim askerlere ait anlattığım o güzel prensibini uyguladım ve böylece biraz beklemeyi becerebilmiş oldum. Günler sonra, sorun ve sorunlular ortada iken “mücadeleden vazgeçmek olmaz, yazmadan olmaz” diye karar verdim ve zorlanarak da olsa yazmaya devam edebildim.
Beni tetikleyen bir şey de değerli yorumculardan (yeni sağlık sisteminin baş uygulayıcılarından, ayni zamanda inceden inceye ama alabildiğine yaptığı aşağılama ve hata bulma gayretleriyle bana karşı kişisel bir haset içerisinde olduğu izlenimini veren!) bir tanesinin “bu mantıkla haftaya devam edecekseniz bence hiç etmeyin Allah katında sorumlu duruma düşersiniz…” (!) demesi idi.
Kısmet olursa, haftaya (önceki yazımıza) devam edeceğiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.