Geniş Hürriyet ve Gafil Müslümanlar
Ne acı!.. Sünnî Müslümanların büyük kısmının üzerine sanki ölü toprağı serpilmiş… Memlekete büyük bir hürriyet ve serbestlik geldi ama onlar haklarını aramıyor. Yakın tarihte haksız yere kapatılmış temel İslamî kurumların tekrar açılmasını etkili ve enerjik bir şekilde istemiyorlar. İslam düşmanları ve münafıklar, Ümmeti bin parçaya ayırmış parçalamış ama mü’minler birlik, bütünlük için çalışmıyor. Müslümanlar 1924’ten beri ruhanî lidersiz kalmış ama başlarına ehliyetli ve faziletli bir İmam-ı Kebir seçmek için hiçbir teşebbüste bulunmuyorlar. İslam Medreselerinin açılması talebinde bulunmuyorlar. Tasavvuf tarikatlarının ve tekkelerinin yeniden faaliyete geçmesi için çalışmıyorlar. Evkaf-ı İslamiyenin devletten ve siyasetten bağımsız olarak hizmet vermesi konusu ile ilgilenmiyorlar. İş, iktisat ve ticaret hayatında temizliği sağlayacak Fütüvvet Teşkilatı kurulması onların gündeminde yok. İslam’a uygun eğitim verecek İslam mektepleri açmaya teşebbüs etmiyorlar. Beş vakit namazın dosdoğru edası için yurt çapında genel ve yoğun bir seferberlik hâlâ başlatılmadı… Maalesef seksen küsur senelik baskılar, sindirmeler, cahil bırakmalar Sünnî Müslüman çoğunluğu bugünkü acınacak hale getirmiştir. Müslümanların gayretsizliğinde ve bilgisizliğinde kötü ve bozuk düzen kadar, birtakım o biçim İslamcıların ve sözde hizmet edicilerin de rolü olmuştur. Kültür ve idrak seviyesi o kadar düşmüştür ki, on milyonlarca Müslüman en basit ve zarurî ilmihal bilgilerinin bile cahili kalmıştır. Bugünkü serbestlik ve hürriyetten yararlanıp Müslümanların birleşmesi, üniter bir Ümmet yapısı içinde güçlenmesi, yapılması gereken hizmetlerin ciddî bir plan ve program dairesinde yapılması, onların keyfine ve tercihine bırakılmış bir şey değil, kesin bir vazifedir.
Bugünkü gafletin, cahilliğin, ihmalin, gayretsizliğin, tefrikanın, plansızlığın neticesi çok acı olur. Hürriyet büyük bir nimettir. Onu iğtinam edip (ganimet olarak alıp), gereği gibi hizmet etmeyen Müslüman toplumların geleceği karanlıktır.
(Vazifelerini canla başla, naklin, aklın ve hikmetin ışığında mükemmel şekilde yapan az sayıdaki cemaat ve tarikat ve gruplara nâçiz bir Müslüman olarak teşekkür ediyorum.)
“İkinci yazı”
Bizde Kaç Yakın Tarih Var?
Tarih öyle bir ilimdir ki, ona her şeyi söyletebilirsiniz. Tarih kadar manipülasyona, tahrife müsait başka bir ilim yoktur.
Milli kültürüne, milli kimliğine saygılı, insan haklarına bağlı ülkelerde tarih bizdeki kadar tahrife uğramamıştır.
Bizim yakın tarihimiz tabularla doludur.
1919-22 arasındaki Milli Mücadele tarihimizi ele alalım. Bir tarih değil, birkaç tarihtir:
(1) Resmi ideolojinin, vesayet rejiminin düzmece tarihi…
(2) Solcuların, Marksistlerin kendi tarihleri…
(3) Müslümanların, gerçek tarihe oldukça yaklaşan tarihleri…
Kültür fukarası toplumlar zenginleşince otoyollar, uçak meydanları, barajlar, limanlar, gökdelenler, beş yıldızlı oteller, süpermarketler, dev hapishane binaları, adliye binaları yapabilirler ama tarih yazamazlar. Yakın tarihimizin mavallarını, martavallarını genellikle Sabataycılar ve Kriptolar fabrike etmiştir (üretmiştir).
Tarihimizde balığın tırmandığı kavak hikâyeleri bir değil, on değil, elli değildir, haddi hesabı yoktur.
Resmi tarih bir M. Kemal mitolojisi inşa etmiştir.
Halide Edip Adıvar “Türkiye’de Şark Garp ve Amerikan Tesirleri” adlı kitabında, bizde tarih ve lisana müdahalenin Stalin Rusyası’ndakinden ve Hitler Almanyası’ndakinden daha fazla olduğunu söyler.
Kütüphanemde Abdünnasır zamanında Mısır’da basılmış bir kitap var. Mısır’ı anlatıyor. Milattan önceki Firavun hanedanları, Romalılar, Müslümanların istilası, Fatımi Devleti, Eyyubiler, Memluklar… Sıra 1517’ye geliyor, Osmanlılar’dan tek kelime ve cümleyle bahsedilmiyor. Birkaç asır atlıyor, Kavalalı Mehmed Ali Paşa’ya… Diktatörlük rejimlerinin tarih anlayışı böyledir.
Türkiye’nin bilhassa yakın tarihini doğru şekilde kimler yazacaktır? Herhalde Kemalistler ve Marksistler değil. Bu işi yapsa yapsa Müslümanlar yapabilir. Onların da kültürü yeterli değil.
Bizim yakın tarihimiz 1908 İkinci Meşrutiyet ile başlar. Jöntürkler’in, İttihatçılar’ın, Dönmeler’in, Masonlar’ın Meşrutiyeti. 1909 düzmece 31 Mart Hareketi. Tecrübesiz Jöntürkler’in Balkan Harbi’ni kaybetmeleri, Birinci Dünya Savaşı’na beyinsizce girişimiz, Milli Mücadele’de dönen dolaplar, nihayet Sultan Vahdeddin’in çarnâçar ülkeyi terk etmesi. Yakın tarihimizin en mağdur, en büyük haksızlığına uğramış şahsiyeti Sultan Vahdeddin’dir. Resmi tarih onu vatan haini ilan etmiştir.
M. Kemal Paşa Samsun’a Sultan Vahdeddin’in iradesi ile onun yaveri sıfatıyla gönderilmiş veya gitmiştir. O M. Kemal Paşa ki Padişah’ın kızı Sabiha Sultan’la evlenmek istemişti de Sultan ona varmamıştı.
Düzmece tarihimiz İstiklal Savaşı’nın bir İslami cihad hareketi olduğu gerçeğini ayaklar altına almıştır.
Gerçek tarih öğrenilemesin diye, alfabeyi ve lisanı değiştirdiler.
M. Kemal Paşa 1919’da Samsun’a çıktıktan sonra Padişah’a iki uzun telgraf çekmiştir. Telgrafların ilk cümlesi “Atebe-i Ulya-yı Hazret-i Hilafetpenahi’ye”dir. Sonundaki M. Kemal imzasının birinin üzerinde “Kulunuz” ötekinin üzerinde “Kulları” yazılıdır.
Yıl 2013. Bu iki telgraf namenin Latin harflerine çevrilmiş metinlerini lise bitirmiş Türkiyelilere veriniz, hiçbir şey anlayamayacaklardır. Bir Fransız, bir İngiliz, bir İtalyan 1919’da kendi lisanıyla yazılmış bir metni kolayca okuyup anlayabiliyor ama Türkler anlayamıyor.
Tarih konusunda şu Türkiyelilerin başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir.
“Ve sonra kelimeler kutlu, mutlu, ulusal. / Mavalları bastırdı devrim isimli masal.”
(Pek yakın bir tarihte ünlü bir profesör televizyonda haykırdı, “Bizans bana Osmanlı’dan yeğdir” dedi. Bu zihniyete sahip insanlar tarih yazarlarsa gerisini siz düşününüz.)
23.02.2013