'Bu iş demokrasiyle olmaz paşam'

'Bu iş demokrasiyle olmaz paşam'

İstanbul üniversitesi eski rektörü Kemal Alemdaroğlu böyle söylüyor bir telefon görüşmesinde. Kimse, 'bu bir özel görüşme' demesin. Adam, kafasındakini söylüyor. Açıkça darbe tezgâhı kuruyor, hevesli askerlere 'çengel' atmaya kalkışıyor.

Genelkurmay eski başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu ile görüşmesinde 'bu demokrasi oyunuyla bir yere varılamaz' diyor. Yine kimse buna 'kahvehane lakırtısı' demesin. Şaka değil, adamın kelam ettiği kişi genelkurmay eski başkanı. NATO'nun ikinci en büyük ordusunu dört yıl yöneten kişi. 1960, 1971, 1980 ve 1997 darbelerini yapan bir ordunun en tepesindeki komutan. '28 Şubat gerekirse bin yıl sürer' diyen paşa. Genelkurmay başkanlığını doğal halefi Hilmi özkök'e bırakmamak için direnen, dönemin başbakanı Bülent Ecevit'e alternatif genelkurmay başkanı öneren kişi. Olmadı, iki kuvvet komutanını (biri, Ergenekon sanığı bugün) Hilmi özkök'ün ekibine monte ederek ordu üzerindeki gücünü muhafaza etmeye çalışan komutan. Görev süresinin uzatılması uğruna Ecevit'in tasfiye edilmeye çalışıldığı bir genelkurmay başkanı.

Anlaşılan eski rektöre 'sınırlı' fakat 'sorumlu' bir 'vesayet' demokrasisi bile çok geliyormuş. Demokrasinin 'oyun'undan bile rahatsız; 'şu oyunu tamamen tatil edelim. Sahnenin arkasında durmayıp önüne çıkalım' havasındaymış.

Demokratikleşme ve dünyaya açılma politikalarıyla ellerindeki 'iktidar'ın kaymaya başladığını görmelerine rağmen, ellerinde kalanla iktifa etmeye eğilimlilermiş demek ki ordunun önemli bir kesimi. Yine de elde kalanın hiç de az uz bir iktidar olmadığı açık. Son dönemde eski genelkurmay başkanlarının kamuoyuna yansıyan beyanatları Türkiye'de 'asıl iktidar mücadelesi'nin siyaset meydanlarında, seçim sandıklarında olmadığını gösterdi. Kimseler konuşmasa da, görmese de, yazmasa da gerçek iktidar mücadelesi 'ordu' içinde oluyormuş. üstelik bu iktidar mücadelesinin kuralı yok, yasası yok, bu mücadelede milletin reyi yok. Şeffaf değil, her şey kapalı kapılar ardında. Hesap yok, hesap verebilirlik yok...

Rejim gerçekten demokrasi olmadıkça, sahnedekiler demokrasiymiş gibi bir gölge oyunu teşhir ettikçe iktidar mücadelesi de 'gerçek iktidar'ın bulunduğu mahfillerde yapılacak. Bu ülke 'askerî vesayet' altındaki göstermelik demokrasiden çıkıp tam demokrasiyi inşa etmedikçe her ağustos ayında sarsılmaya, savrulmaya devam edecek. Hâlâ askerin iktidar tutkusunun yönettiği bir ülke... Tam yüz yıl sonra aynı noktada olmak azap verici değil mi?

Azaptan kurtuluş siyasal aktörlerin siyasete, kendi alanlarına, kendi varlık nedenlerine sahip çıkmalarına bağlı. Ama anamuhalefet partisi liderinin Ergenekoncuların avukatlığını üstlendiği bir siyasal arena 'büyük demokrasi inşası' için fazla ümit vermiyor. En azından CHP'nin destek verdiği bir 'büyük demokrasi inşası' mümkün görülmüyor. Bu, demokrasi sürecinde CHP'nin total tasfiyesi anlamına geliyor. Deniz Baykal'ın Ergenekon'a destek vermesi belki de siyaseten doğru: Baykal siyaset dışı yollarla demokrasi içinde başına gelmesi kaçınılmaz olan 'tasfiye'den kurtulmaya çalışıyor.

Yani, Baykal ve ekibi de 'bu iş demokrasiyle olmaz' diyor. Hiçbir serbest seçimi kazanarak iktidar olamayan CHP'nin demokrasiden umudunu kesmesi belki de anlaşılır bir şeydir. Ancak 1960 darbesinden sonra 'Kurucu Meclis'te çoğunluğu oluşturmuştu CHP. 1961 seçimlerini kaybetmesine rağmen darbeciler tarafından CHP ile koalisyona zorlanan AP sayesinde başbakan olmuştu İsmet İnönü. 1971 askerî darbesinin ardından başbakan yapılmıştı bir CHP'li vekil, Nihat Erim. Deniz Baykal şimdi hangi model iktidar ister acaba Ergenekonculardan avukatlığının karşılığında?

Ergenekon soruşturması bir fırsattı CHP için. Ancak Deniz Baykal Ergenekon'un avukatlığını üstlenerek, CHP tabanı da Baykal'ın avukatlık hevesine tepki göstermeyerek bu şansı harcadı. Artık yargılanan sadece Ergenekoncular değil, Ergenekoncuların tümüne kefil olan Baykal'ın kendisi, itibarı, vizyonu.



Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi