Fatma Tuncer

Fatma Tuncer

Bir dakika dur, bir dinle!?

Bir dakika dur, bir dinle!?

Evinden çıkan bir kadın sıkıntılarını dağıtıp, biraz rahatlamak için cadde sokak demeden yollarda yürümeye başlar. İnsanlar geçmekte, alış verişler yapılmakta ve taze bir gün yaşanmaktadır. Yüzler vardır, yıllanmış acıları taşıyan ve yüzler vardır, hüzün, ayrılık, ölüm, hasret, yoksulluk ve hastalıkların renklerini yansıtan.

Acı her yerde acıdır ama acının da renkleri vardır.

Eğer karşınızdaki kişinin acısı sizin acılarınızla aynı renkleri taşıyorsa bir yakınlık duyar, ona açılmak, ona seslenmek istersiniz.

Kadın sokağa çıkar ve insanları seyreder. Onlarda kendinden bir şeyler arar. Eğer birine aşinalık duyabilirse bütün dertlerini anlatmayı ve biriktirdiği ne varsa döküp, bir kuş kadar rahatlamayı ve evine öyle gitmeyi düşünmektedir.

Maalesef güvendiği ve inandığı eşi tarafından terk edilmiş ve suçlanmıştır. Artık bu dünyada güvenebileceğim hiç insan yok diye düşünür.

Aldatılmak ve sadakatsizlik eşler arasında ağır bir yüktür. Bu yükü taşımakta zorlanmaktadır. Fakat yaşadığı haksızlığı, yüreğini burkan acıları yakınları ile paylaşmak istediğinden aile fertleri hemen nasihat etmeye, akıl vermeye kalkarlar.

Bu yüzden kadın her seferinde geri adım atar “yakınlarım beni anlamıyor” der ve konuşmak istemez. Altı aydır kimseye bir şey söylememiş ve hep yalnız kalmayı tercih etmiştir. Ama insanız işte derdimiz varsa birinin desteğine ihtiyaç duyarız.

Kadın, o gün biriktirdiği acının kendisini zorladığını hisseder ve evinden çıkar. Nereye gittiğini, niçin gittiğini bilmeden yol boyunca yürümeye devam eder. Sonra nasıl olduysa yolda yürüyen bir hanımın yüz ifadesi dikkatini çeker ve onunla bir süre yan yana yürümeye çalışır. O kadına sözcüklerle ifade edemediği bir yakınlık duyar, sanki yıllardan beri tanıyormuş gibi yaklaşır ve sorar: “Sizin güvenilir biri olabileceğinizi düşündüm derdimi anlatsam dinler misiniz?” Kadıncağız önce şaşkın bir vaziyette bakar, sonra kendisini dinleyebileceğini ifade eder.

İki kadın konuşarak yürümektedirler. İkisi de aynı kaderin içinde birleşiyor. Hayatları, karakterleri ve acıya verdikleri anlam her ikisinin de aynı. İhanetin verdiği tahribat birbirlerini hiç tanımayan iki kişiyi aynı yolda bir araya getirir.

Konuşurlar, konuşurlar, konuşurlar… Yol biter ama söz bitmez. Sonra yolun kıyısında bir park görür, hemen oraya geçerler. Konuşmalarına burada devam ederler.

Akşamüstü birbirlerini daha önce hiç tanımayan iki kadın, birbirlerine teşekkür ederek oradan ayrılırlar. Bir arkadaşım başından geçen bu olayı özetlediğinde bana pek dramatik olay olarak gelmişti. Ama karşılaştığımız iki insandan birinin, kimsenin kendisini anlamadığını ve anlaşılmaya büyük ihtiyaç duyduğunu ifade etmesi bu öykünün gerçek olduğunu ortaya koyar gibidir. Çünkü acı ruhumuzda bir yara açtığında biriyle konuşmak, paylaşmak isteriz. Ama karşımızdaki kişi ya bizi dinlemek istemez, ya da akıl vermeye, nasihat etmeye kalkar. Bu nedenle, acılarımızın da benzer olmasına dikkat eder ve aynı kaderi paylaşıyorsak bu kişilere bir yakınlıkduyarız. Bu, karşımızdaki kişinin bizi anlayabileceğine inandığımızdandır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fatma Tuncer Arşivi