Yeni hilafet teorileri
Halife İkinci Abdulmecid’in Müslümanlara, hilafetin geleceğini temin noktasında görevlerini hatırlatması çağrısından sonra bazı kıpırdanmalar olur. İlk hareketlenmelerden birisi Kahire’de yaşanır ve Ezher şeyhi Muhammed Ebu’l Fadl harekete geçer. Meseleyi görüşmek için toplanacak Kahire Konferansına hazırlık babından komisyonlar kurulmasını emreder. Ve genel sekreterlik kurulur. Mayıs 1926 tarihinde Kahire’de Hilafet Kongresi tertip edilir.
İlginçtir, Murat Bardakçı’nın yazdığı gibi, 1926 yılında yani hilafetin ilgasından iki yıl sonra Abdulhamid’in saltanat ve hilafet merkezi olan Yıldız Sarayı, kumarhaneye çevrilir. Reddi miras bu kadar keskin ve katıdır. Kahire Hilafet Kongresinde veya konferansında, 1929’da Ezher şeyhi unvanı alacak büyük şer’i kadılardan Muhammed Ahmedi Zevahiri yeni bir hilafet tezi veya teorisi ortaya atar. Zevahiri gelecek konferansta yeni halifenin seçilmesini ister. Lakin bunun için İslam ülkelerinin temsil durumunun genişlemesini şart koşar ve yeni halifenin Müslümanların oybirliği ve ittifakıyla seçilmesi gerektiğini söyler. Bu değerlendirme, yeni usül tartışmalarını beraberinde getirir ve İslam ümmetine çağdaş bir tarzda hilafet kurumunu yenileme yolunu açar. 1926 yılında Kahire’de akdedilen Hilafet Kongresi sonuç itibarıyla başarısız olmuştur. Bununla birlikte, bir fikri mayalanmanın ve hareketlenmenin önünü açar. Hilafetle ilgili yeni ve çağdaş teoriler ortaya atılmaya başlanır. Bunlardan birisini ortaya atan da, daha sonra Nasır’ın hışmına uğrayan ünlü hukukçu Abdurrezzak Senhuri Paşa’dır. Paris’te hukuk öğrenimi görmüş ve çalışmalarını çağdaş hilafet teorileri üzerine yoğunlaştırmıştır. Doktorasının başlığı şudur: Hilafet fıkhı.
¥
Sözkonusu kitabında hilafetin modern bir form olarak şark milletler birliği veya heyeti haline getirilmesini işler. Bu tez daha sonra Ebu’l Hasan en Nedevi’den Erbakan Hoca’ya kadar geniş bir çevrede yankı bulur. Merhum Erbakan bunu, ‘İslam birleşmiş milletler’ olarak türcüme eder. Ebu’l Hasan en Nedevi ile yaptığımız bir görüşmede, hilafetin günümüze uyarlanması meselesini sorduğumda aynı kapıya çıkan ‘kolektif hilafetten’ söz etmişti. Hasan el Benna da halifenin ötesinde hilafeti ‘usbetü’l ümem el İslamiye’ şeklinde formüle eder. Bu, İslam Birleşik Halkları diyebileceğimiz bir açılımdır. Hasan el Benna bunu hilafetin bir rüknü olan ittihad-ı İslam bağlamında kullanır. Bu formun veya birliğin temsilcisi ise halife olacaktır. Bu kurumun veya organın başına geçecek olan halife nasıl seçilmeli veya belirlenmeli? Bu ise başka bir meseledir. Bediüzzaman da yine İttihad-ı İslam formülünü Cemahiriye-i Müttefikayı Amerika yani Amerika Birleşik Devletleri gibi tasavvur etmektedir. Bediüzzaman’ın tasavvurundaki ahirzaman halifesi, aynı zamanda Mehdi’nin kendisidir. Mehdi halife ve halife Mehdi’dir. Bu tanım hadis mecmualarına da uygundur. Buhari ve Müslim’de malı saymadan dağıtacak olan zat, halife olarak anılmaktadır. Diğer hadis kitaplarında ise bu zat doğrudan Mehdi olarak ifade edilmektedir. Bediüzzaman bu ikisinin beraberliğini şu sözleriyle dile getirir: “O zatın üçüncü vazifesi, hilâfet-i İslâmiyeyi ittihad-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip din-i İslâm’a hizmet etmektir…”
¥
Bu hilafet teorileriyle birlikte bir de altyapı hareketleri vardır. Hasan el Benna hilafetin kaldırılmasından dört yıl sonra (1928) onun bir altyapı hizmeti olarak Mısır’ın İsmailiye şehrinde Müslüman Kardeşler hareketini kurar. Amaç ümmeti her yönüyle A’dan Z’ye ihya etmektir. Bu hizmetin zirvesinde hilafetin yeniden ihyası ve Müslümanların insanlığa üstadiyeti yani rehberliği vardır. Müslümanlar son mesajın sahibi olarak insanlığın potansiyel rehberleridirler. Hasan el Benna bu potansiyeli fiiliyata geçirmek için Müslüman Kardeşler hareketini kurmuştur. Müslüman Kardeşler bir altyapı hareketidir. Hizmetinin bir silsile-i meratibi yani hiyerarşisi vardır. Risale-i Nur da keza bir altyapı hareketidir. Ferdi, aileyi ve cemiyeti kucaklamakta ve geleceğin siyasi yapısına da zemin hazırlamaktadır. Üç daire içinde Bediüzzaman kendi hizmetini ve konumunu şöyle tarif etmiştir: ‘Belki ‘Müceddiddir, onun (beklenen zatın) pişdarıdır’ denilebilir. Bediüzzaman hizmetinin altyapı hareketi ve hizmeti olduğunu da şu sözleriyle beyan etmektedir: “Ve anladık ki, bu hizmetimizle o nuranî zatlara zemin ihzar ediyoruz.” Demek ki hilafetin yıkılmasından sonra kurulan Müslüman Kardeşler gibi hareketler bir zemin ihzar yani altyapı hareketidir. Arap Baharıyla birlikte bu altyapı hizmetleri üst yapısıyla buluşma noktasına geldi. Allahu a’lem…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.