Neden korkuyorlar?
Kendilerini “laik-Atatürkçü” olarak tanımlayan çevrelere anlamsız, anlaşılmaz bir korku hâkim… Başörtüsünden okullarda kıyafet serbestîsine, ders kitaplarından dini eğitime, Osmanlı sevgisinden hostes kıyafetlerine, yakın tarih araştırmalarından Anadolu sermayesinin gelişmesine, iç politikadan dış politikaya kadar uzanan derin bir korkudur bu…
Her fırsatta da kendini ele veriyor…
En küçük bir değişiklikten ödler çatlıyor…
Şiddetli, ayarsız tepkiler gösteriyorlar.
Bunun için belirgin, elle tutulur gözle görülür bir sebep yok aslında. Sadece hayata ideolojik pencereden bakmaktan beslenen derin ve katı bir vehim var.
“Yaşam tarzımıza müdahale edecekler” vehmi…
“Biz onların (dindar kesimin) yaşam tarzlarına karıştık, şimdi fırsat ellerine geçti, mutlaka onlar da bizim yaşam tarzımıza karışacaklar” inancından beslenen bir vehimdir bu: “Biz yaptık, onlar da yapar” diye düşünüyorlar…
Biz başlarını zorla açtırdık, onlar başımızı zorla kapatacaklar!..
Biz onları cebren Batı’ya yönelttik, onlar bizi İslâm dünyasına yöneltecekler!..
Biz onların dinine-diyanetine, sakalına-bıyığına, takkesine-çarşafına karıştık; fişledik-dışladık, meslekten attık; aynı şeyleri bize de yapacaklar…
Biz onlara her anlamda baskı ve şiddet uyguladık, seçtikleri siyasetçileri darbelerle alaşağı ettik, Osmanlı’yı tarihten sildik, şimdi bunların intikamını alacaklar!
İşte bu yüzden, ideolojik duvarlara “Cumhuriyetin kazanımları” adını veriyor, böylece meşrulaştırıyor, sonra da bunları “koruma-kollama” adına savaşıyorlar…
Kendilerini fena halde “kuşatılmış” olarak görüyorlar…
Mesela, başları sıkıştığında “göreve” (darbeye) çağırabilecekleri generaller gözaltında (“Ordu tasfiye ediliyor” diye bağırmaları bundan)…
“Darbe geleneği”nin son bulmasıyla ordunun “askerlik” görevine dönmesi, sivil siyasete müdahale etmemesi onları rahatsız ediyor…
Türkiye’nin sivilleşmesi ve demokratikleşmesi açısından zaruri olan bu durum, laik/Atatürkçü kesim açısından en önemli “kale”nin düşmesi anlamına geliyor.
Yani Ordu Kalesi düştü!..
Ardından, hiçbir proje üretemediği için etkili muhalefet yapamayan Muhalefet Kalesi düştü!..
Emniyet ve MİT Kaleleri düştü!.. YARSAV (Yargıçlar ve Savcılar Birliği), HSYK (Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu) ve YSK (Yüksek Seçim Kurulu) Kaleleri düştü!..
TRT ve Medya Kaleleri düştü!.. (artık dindarların da televizyonları, radyoları, gazeteleri, dergileri, dizi filmleri, belgeselleri var!)…
Üniversite Kalesi ile birlikte Milli Eğitim Kalesi de düştü (okullarda serbest kıyafete geçildi)!..
THY Kalesi düştü!.. (hem içki servisi yapılmıyor, hem de hostesleri tesettüre sokuyorlar).
Moda Kalesi düştü!.. (modacılar artık tesettürlü kıyafet tasarlıyor).
Bir de düşmek üzere olanlar var…
TÜSİAD Kalesi düşmek üzere!.. (bazı işadamları hükümetin ekonomi-politikalarını destekliyor)…
Sanat Kalesi düştü düşecek!.. (bazı sanatçılar hükümete yakın duruyor).
Yüksek Mahkeme Kalesi düştü düşecek!.. (Dördüncü Yargı Paketi çıkarsa).
Bir Barolar Birliği kaldı elde, o da yarım yamalak (zaten “son kale” olduğu için üstüne titriyorlar, yasadışı faaliyetlerini bile alkışlıyorlar).
Bu açıdan bakıldığında, gerçekten de durumları vahim görünüyor!
Ama bir yol daha var: Türkiye’ye ideolojik pencereden bakmak yerine, hayatın içinden bakmak… O zaman yükselen değer olduğunu görebilecek ve eminim bu yersiz korkularından kurtulacaklardır.
Kendilerini boşu boşuna huzursuz ediyorlar. Birkaç “marjinal” dışında, kimse “intikam” sevdasında değil.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.