Yunanistan için Kenan Evren... İsrail için Çevik Bir!
Muhabirimiz Murat Alan’ın, dünkü Akit’te sürmanşetten verdiğimiz çarpıcı bir haberi vardı... Haber “iki yönden” önemliydi... Bir; “Coni’den ahlâksız teklif” yapılması yönünden, iki; bu ahlâksız teklifin “Türkiye tarafından reddedilmesi” yönünden...
Olayı biliyorsunuz...
ABD; USS Halyburton ve USS Thach adlı iki firkateyni “Türkiye’ye vermek” istiyor... Hem de “bedava!”
Bu “jest”e karşılık, Türkiye’den bir talepleri vardır... Derler ki; “NATO’daki İsrail vetosunu kaldırın!”
İşte bu “ahlâksız teklif” karşısında, Türkiye der ki; “Sizin firkateynlerinize ihtiyacımız yok!.. Çünkü biz, kendi savaş gemimizi üretebiliyoruz!”
Bu cevap da;
“İki açıdan çok önemli!”
l Bir: Düne kadar “toplu iğne” yapmaktan bile aciz Türkiye, şimdi “savaş gemisi” yapabilecek bir güç ve teknolojiye ulaşmış.
l İki: ABD’nin “hibe” etmek istediği USS Halburton ve USS Thach firkateynleri, aslında “son kullanma tarihi dolmuş” gemiler!..
Bu iki gemi, bundan sonra “denizde” gezemez... Ancak insan yüzünde “jilet” olarak gezebilir!..
Anlayacağınız; ABD’nin Türkiye’ye vermek istediği gemiler tam anlamıyla “jiletlik gemiler”dir!.. Sadece, parçalanıp “jilet” olarak kullanılabilir.
Türkiye, eğer “uyanık” davranmayıp da, “ABD’nin tuzağı”na düşseydi, iki defa “kazık” yiyecekti!.. Hem “jilet” yapılacak firkateynleri “savaş gemisi” diye almış olacaktı, hem de İsrail’e NATO’nun yolunu açmış olacaktı.
YUNANİSTAN İÇİN DARBE!
Tıpkı, “12 Eylül Cuntası”nın lideri Kenan Evren’in Yunanistan’a yaptığı kıyak gibi!..
Malûm, Evren de, “Yunanistan üzerindeki veto”yu kaldırmış ve onların “NATO’ya dönmeleri”ne imkân sağlamıştı?..
Peki, nasıl olmuştu bu?..
Buyrun, “tarihçe”ye bir göz atalım...
Başlangıçta 12 devletin iştirakiyle akdedilmiş olan Kuzey Atlantik Antlaşması’na, Londra’da 17 Ekim 1951 tarihinde düzenlenen bir Protokol ile; Türkiye ve Yunanistan’ın da katılımları onaylanmış, Türkiye 18 Şubat 1952’de Fuat Köprülü’nün Dışişleri Bakanlığı’nı yaptığı Adnan Menderes Hükümeti döneminde NATO’ya resmen üye olmuştur.
Herkes tarafından bilindiği üzere;
Yunanistan’da 1967 senesinde bir askeri darbe olur ve Yunanistan bu dönemde NATO’dan çıkar... 1974’te yeniden demokrasiye geçmesiyle birlikte NATO’ya dönmek ister; ama Türkiye’nin veto etmesi sebebiyle, 1980 senesine kadar dönemez.
Tabii Soğuk Savaş döneminde bu durum ABD’yi çok çok rahatsız eder.
Gelin görün ki;
Hem Süleyman Demirel, hem de Bülent Ecevit, Yunanistan’ın dönüşüne izin vermezler!..
Geriye tek çare kalır.
“Darbe!”
Evet, evet; “Türkiye’de bir darbe” yaptıracaklar ve böylece “Yunanistan’ın NATO’ya dönüşü”ne “vize” verecek bir hükümet kurduracaklardır... Sonunda; “Bizim oğlanlar” başarır!..
“12 Eylül İhtilali”nin sonrasında ortaya çıkarılan “Rogers Planı” bu sorunu halletmeye yönelikti... General Rogers’ın planına göre “Yunanistan’ın NATO’ya dönüşü karşılıksız ve hiçbir yazılı anlaşmaya bağlı olmaksızın” gerçekleşecekti... İhtilal lideri Evren’in büyük gayretiyle Yunanistan NATO’ya döndürüldü.
Hem de kayıtsız şartsız!
ABD’nin, daha doğru bir deyişle Pentagon’un dediği olmuştu...
Bunu başaran Kenan Evren’in dostu General Rogers, ABD Başkanı Jimmy Carter tarafından övgüye layık bulundu... Carter, Rogers için diyordu ki;
“Biraz da general Rogers sayesinde oldu... Sayın Evren ile yakın dost idiler. Yıllarca uğraşıp, vaatlerle yaptıramamıştık. 1980 hareketi olmasaydı bu mümkün olmazdı.”
Mümkün olmayan daha neler olmuyordu ki; NATO Anlaşması’na göre bu pakta dahil ülkelerde askeri darbeler, ihtilaller yapılamazdı. Herhalde bu sözleşme Türkiye için geçerli değildi! 12 Eylül darbecileri bu başarılarından dolayı NATO ve Pentagon’daki üst düzey komutanlardan alkış aldılar.
Uzun lâfın kısası;
Yunanistan NATO’ya dönerken; biz vize verdik. Hem de darbe yapan “beş general”imizin imzası ile...
Bilmem söylemeye gerek var mı;
ABD, dün Yunanistan için devreye girip, “Evren’i kullandığı” gibi, bugün de İsrail için “Erdoğan’ı kullanmaya” çalışıyor!..
Çocukların “elma şekeri” ile kandırılması gibi, Erdoğan da “jiletlik gemi” ile kandırılmak isteniyor.
Ama Erdoğan “çocuk” değil!..
Ayrıca, “rüşvet”lere de karnı tok!..
O halde?!?..
İnsan, düşünmek bile istemiyor!..
Çünkü bu Amerika;
Elinden geleni, ardına komaz!..
Ne yapar, eder;
“Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak” için “darbe” yapacak bir “Evren” bulmaya çalışır!..
Kim bilir;
Ergenekon’un, Balyoz’un, ya da Sarıkız ve Ayışığı adlı “darbe plânları”nın perde gerisinde de; “İsrail’i NATO’dan faydalandırma” gibi bir amaç vardı!..
28 ŞUBAT, İSRAİL İÇİN!
Hem, “28 Şubat Darbesi” de sırf bu yüzden yapılmamış mıydı?.. Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı, MGK tarafından yayınlanan “28 Şubat kararlarından bir gün önce İsrail’de” değil miydi?
15 Nisan’da tutuklanan, darbenin güçlü adamlarından emekli Org. Çevik Bir’in; Yahudi stratejist ve siyaset bilimci Martin Sherman’la birlikte yazdığı makale 2002’de “Middle East Quarterly” adlı dergide yayınlanmıştı... “İstikrar için formül: Türkiye artı İsrail” başlıklı yazıda, Erbakan’ın Başbakanlığı ile İsrail menfaatlerinin tehlikeye girdiği, ama bunun post modern darbe ile bertaraf edildiği anlatılıyor...
O makalede deniliyordu ki;
“İkili ticaret iki ülke arasındaki bağda önemli bir faktör olmuştur. İsrail-Türk ticaret hacmi 1990’lar boyunca sürekli olarak artmıştır. (...) Bu bağlar 1996 yılında İsrail karşıtı ve İslamcı Refah Partisi’nin başkanı Necmettin Erbakan’ın iktidara yükselişi ile yıprandı... Erbakan, görevinin ilk günlerinden itibaren iç ve dış politikada İslami bir gündeme girişti. Eğitim sisteminin İslamlaştırılması, Türkiye’nin Arap dünyasına daha yakın hale getirilmesi ve İslam devletlerinin NATO benzeri ittifak oluşumuna girişmesi bu sürecin parçaları. (...) Koltuklarımızda öylece oturup, ülkenin yüzünü İslâma dönmesini, İsrail-Türkiye ilişkilerinin tehlikeye atılmasını izleyemezdik! Erbakan kontrol altında tutuldu. MGK baskısıyla İslamcı Başbakan istifasını sundu... Çünkü Erbakan; İsrail’i bir ebedi düşman olarak görüyordu... İsrail ile Ankara’nın ilişkilerini dondurmaya ve iki ülke arasındaki ikili anlaşmaları iptal sözü vermişti.”
O gün “İsrail’in menfaatleri” için “28 Şubat Darbesi”ni yapan zihniyet, bugün niye yapmak istemesin?..
Öyle ya;
İsrail, “NATO üyesi olmadığı halde” artık “NATO tatbikatları”na katılıp da, meselâ “Konya semaları”nda uçak uçuramıyor!.. Sadece Konya semalarındaki değil, meselâ “İtalya semaları”ndaki tatbikatlara da katılamıyor!..
Çünkü Türkiye; “NATO üyesi bir ülke” olarak diyor ki; “NATO üyesi olmayan İsrail, NATO tatbikatlarına katılamaz!”
Dış politikası “İsrail lobisinin güdümünde” olan ABD, Türkiye’nin bu tavrından son derece rahatsız!..
O kadar rahatsız ki;
Türkiye’ye “ahlâksız bir teklif”te bulunup, “rüşvet” vermeyi düşünecek kadar!..
NATO’YU İSTİYOR ÇÜNKÜ
Haa, hemen söyleyelim;
İsrail’in, Yunanistan’dan farklı olarak “NATO’ya girmek gibi bir talebi yok!”
Böyle bir amacı da yok.
Muhabirimiz Murat Alan’ın, “askerî uzman”lardan edindiği bilgiye göre;
İsrail; Türkiye’nin de dahil olduğu “NATO’nun her türlü imkanından faydalanmak, ama NATO bağlayıcılığı”ndan da etkilenmemek istiyor.
Mavi Marmara olayı öncesine kadar ABD ve Türkiye üzerinden taleplerini NATO’ya sunan ve adeta NATO üyesi gibi tatbikatlara katılıp askeri kabiliyetini artıran İsrail, şimdi bu haktan mahrum olduğu için irtibat ofisi açarak, diyalog ülkelerinin faydalandığı haklara sahip olmak istiyor.
Türkiye ise; ABD ve diğer 26 müttefikin ikaz, şantaj ve kimi zaman hediye tekliflerine rağmen İsrail’in irtibat ofisi açmasına, veto kartıyla engel oluyor.
NATO’ya girmeyi talep etmesi durumunda, askeri kabiliyetinin büyük bölümünü “NATO kontrolü”ne açacağı ve kimi zaman askeri unsurlarını NATO emrine sunacağı için buna yanaşmayan İsrail, büyük ağabeyi ABD sayesinde emek sarf etmeden yemek yemek istiyor!..
Peki, Türkiye blokajı kaldırırsa, İsrail; NATO’nun hangi imkânlarıdan faydalanacak?
3 imkân var ki, bunlar İsrail’in iştahını kabartıyor... İşte o imkânlar:
l NATO’nun Amerika ve Kanada’dan başlayıp Rusya ve Japonya arasında büyük sorun oluşturan Kuril adalarına kadar, kapsayıcı bir istihbarat ve geniş bant radar ağı bulunuyor, İsrail bu imkânı kullanmak istiyor.
l İsrail, dar bir alanda sıkışmış durumda... Mevcut F-15’ler ve F-16’ları tatbikat ve harp oyunlarında aktif olarak kullanamıyor... NATO ise üye ülkelerin uygun sahalarında, modern savaş gereçleri ile kusursuz simülasyonlar kurup eğitici harp oyunları oynuyor. İsrail, kendi ordusunu bu savaş ortamında denemeyi ve geliştirmeyi çok arzu ediyor.
l Deniz Kuvvetleri kısmen gelişmemiş olan İsrail, NATO ülkelerinin oluşturduğu ortak donanmanın harp yeteneğine angaje olmak istiyor.
Sıralanan maddelere erişimin tamamına engel olan tek ülke ise Türkiye... Geçtiğimiz yıl gerek İtalya, gerekse Akdeniz açıklarındaki tüm harp oyunlarından İsrail’i son anda çıkartan güç Türkiye... Bu yıl düzenlenecek tatbikatlara da İsrail’in katılmasını engelleyeceğimizi açıklamamız, İsrail ve ABD’yi fena halde rahatsız ediyor...
SÜREÇ ÇOK ÖNEMLİ
Bu rahatsızlıklarını da; “Erdoğan’ın Siyonizm ve Faşizmi bir gören” konuşmasına “topyekûn tepki” olarak ortaya koydular ama, karşılarında “geri adım” atacak bir adam yok!..
Tam aksine;
“Hibe edeceğiniz gemilere ihtiyacımız yok!.. Biz, kendi savaş gemimizi yapıyoruz” diye “kafa tutan” bir Türkiye var.
Demek istiyorum ki;
Hele bir düşünün... Bugünkü şartlarda bile, ABD’ye “hayır” diyebilen bir Türkiye, “terör sorununu çözdüğü” zaman, Allah bilir neler yapar?..
Sadece, son “gemi rüşveti” olayı bile, “çözüm süreci”nin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaya yeter de, artar bile!..
Aman “takoz”lara dikkat!..
Onlar, “İsrailperest” olabilir!..
Öyle bir “bomba” ki, 15 yıldır patlıyor!
Mısır Çarşısı’nda 9 Temmuz 1998’de meydana gelen ve “7 kişinin ölümü, 127 kişinin yaralanması” ile sonuçlanan olayla ilgili açılan dâvânın gerekçeli kararı dün açıklandı ve bombaya ait bir bulguya rastlanmamasının sebepleri arasında “itfaiyenin olay yerinde söndürme ve soğutma işlemleri için çok su sıkması” gösterildi... Patlamanın muhtemelen zaman ayarlı bir bombadan kaynaklandığı ifade edildi... Zaman ayarlı bombaya ait saat ve pil parçalarının bulunmamasının sebebi olarak da “büfenin önünde seyyar tezgahın olması ve olay yerindeki bu parçaların tespitinin yapılmaması” gösterildi.
Malûm, bu dâvâ “15 yıl” sürdü...
Patlamanın ardından sokak çocuklarıyla beraber Taksim’de atölye kuran Pınar Selek, 11 Temmuz 1998’de gözaltına alındı... Selek, İstanbul 4 No’lu DGM’ye gönderilen “patlamaya bombanın değil, LPG tüpünden sızan gazın neden olduğu” şeklindeki rapor üzerine, 2,5 yıl sonra tahliye edildi... Olayla ilgili, “14 bilirkişi” raporu hazırlandı.
İlk kararında, patlama nedeninin kesin tespiti yapılamadığı için Selek’e ceza verilmesine gerek görmeyen mahkeme, ikinci kararında ise Selek’in beraatine hükmetti... Yargıtay tarafından 2 defa bozulan davayı üçüncü defa karara bağlayan mahkeme, Selek’i ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırdı. Pınar Selek cezalandırıldı ama, “Selek yanlıları” hâlâ susmadı... Ne “Pınar”mış be, hâlâ “muhalefet” fışkırıyor!..