PKK’dan sonra İsrail... Barış isteyen bu tarafa!
Hatırlarsınız...
Akit’in 13 Mart Çarşamba günkü manşetinde şöyle bir başlık vardı;
“Akif şairdi
Şuur oldu.”
Bu başlığa ilham veren, Ankara Valisi Alaaddin Yüksel’di...
İfadesi, özetle şöyleydi;
“Çanakkale, Akif’le şiirden şuur olmuş ve bu şuur giderek nesillere yayılmıştır.”
Gerçekten de; merhum Mehmed Akif, bir “şair” iken, nesillerimizde bir “şuur” haline gelmiştir.
Gençlere “örnek” olmuş, onlara “hedefler” göstermiş, “yön” tayin etmiştir.
İşte o “şuur”la donanan insanlardan biri de bugünün Başbakan’ı Tayyip Erdoğan’dır ve “gençliğinden” bu yana “Akif’in şiirleri”ni dilinden düşürmemiş ve konuşmalarını, hep “Akif’ten örneklerle” süslemiştir.
Meselâ, demiştir ki;
“Yumuşak başlı isem,
Kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki,
Fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü
Yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için
Kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırma da geç git!
Diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim,
Hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma
Severim mazlumu...
İrticanın şu sizin lehçede
Ma’nası bu mu?”
İşte bu “şuur”la yetişti Erdoğan.
“Yumuşak başlı” oldu ama, asla “uysal koyun” olmadı... “Kanayan bir yara” gördü mü, ciğeri yandı... “Saldırı”lara uğradı, “yargısız infaz”lara maruz kaldı ama “adaaam, boşver” deyip, geçmedi...
“Zalimin hasmı” oldu,
“Mazlum”ları sevdi.
“Dik” durdu,
“Kararlı” yürüdü.
Sonuçta, hem “kendi” kazandı, hem de “Türkiye”ye kazandırdı.
APO, BU NOKTAYA GELMİŞSE!
Kim ne derse desin;
PKK’nın başı Apo, 29 yıl sonra bugün, “PKK için silahlı mücadele döneminin bittiğini, bundan sonra silahların değil, fikir ve siyasetin konuşması gerektiğini” söylüyorsa, bunda Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Kararlı ve başı dik bir duruş” sergilemesinin büyük rolü vardır.
Şu hâle bakın, PKK elebaşı Abdullah Öcalan, öyle bir “açıklama” yapıyor ki; o açıklama metnini sanki “Erdoğan’ın kurmaylarından biri” kaleme almış.
Gelin, metne şöyle bir bakalım.
Öcalan PKK’ya “Silah bırak” demedi, bunun da ötesine geçip; 3.500 PKK’lının silahlarıyla birlikte Türkiye dışına çıkmasını istedi. Hiçbir şart öne sürmedi.
Yıllarca Marksist bir örgütü yöneten Öcalan, mesajında dini öğelere yer verdi. “Türk halkı bilmeli ki, Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır” dedi.
Bununla da yetinmeyip; “Artık helalleşme zamanı geldi” dedi ve ekledi: “Çanakkale’de omuz omuza şehit düştük, Kurtuluş Savaşı’nı birlikte verdik, 1920 Meclisi’ni birlikte açtık. O ruh, yeni dönemi aydınlatıyor.”
Hitap ettiği kesimi Türkiye topraklarıyla sınırlamadı. “Misak-ı Milli’ye aykırı olarak parçalandılar” dediği Suriye ve Irak’ta yaşayan Kürtleri sürece kattı. Sonra da dedi ki;
“Son 90 yılın tüm hastalıklarına, eksiklik ve yanlışlarına rağmen, bizi bölmek ve çatıştırmak, ayrıştırmak isteyenlere karşı birleşeceğiz... Son 200 yıllık fetih savaşları, batılı emperyalist müdahaleler, baskıcı ve inkârcı anlayışlar, Arabi, Türki, Farisi, Kürdi toplulukları ulus devletçiklere, sanal sınırlara, suni problemlere gark etmeye çalışmıştır. Sömürü rejimleri, baskıcı ve inkârcı anlayışlar artık miadını doldurmuştur.”
“Silah bırakmanın bir son değil, yeni bir başlangıç olduğunu” söyledi ve ekledi: Zaman çatışmanın değil, kucaklaşmanın zamanıdır. Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz.”
ASKERDEN UMUDUNU KESİNCE
Peki, sormak gerekmez mi;
Daha düne kadar, hâşâ “küçük dağları ben yarattım!” deyip, “burnu havalarda” dolaşan bir Apo, bugün bu hâle nasıl geldi?..
Açık ve net söylemek gerekirse, Apo’nun “darbeci askerler”den umudu vardı... Kendisini “kullana kullana eskiten” askerlerin, bir gün kendisini İmralı’dan kurtaracağını ve “yeniden eski günlerine döneceğini” hâyâl ediyordu.
Ne var ki;
Ergenekon’du, Balyoz’du, Sarıkız’dı, Ayışığı’ydı derken bütün “darbe plânları” deşifre olan ve neredeyse “kaçacak delik arayan” darbeciler, “kendi başlarının çaresine bakmaktan bile aciz” kalınca, Apo, onlardan umudunu kesti!..
Baktı ki Tayyip Erdoğan “taviz” vermiyor, “geri adım” atmıyor, tam aksine “başı dik” duruyor “kararlı ve tutarlı bir politika” takip ediyor... Yine baktı ki; “asker yolu gözlerken” İmralı’da çürüyüp gidecek, en sonunda “beyaz bayrak” çekmeye mecbur kaldı.
Bakmayın siz;
“AKP’yi yendik, masaya oturttuk” diyen PKK’nın “zıpçıktı”larına... Bunlara sorarlar: “30 yıldır silahla çözüm bulmaya çalıştınız da ne oldu?.. Silah zoruyla, Kürtlere hangi hakkı sağladınız?..”
Ne yani;
20 yılda bulamadığınız çözümü, son 10 yılda mı buldunuz?.. Erdoğan’ın ret, inkâr ve asimilasyonu reddeden politikaları olmasaydı, işler bu noktaya gelir miydi?..
KÜRTÇÜ’DEN DAHA KÜRTÇÜ!
Gayet net ve açık ki;
TRT Şeş, cezaevinde Kürtçe serbestliği, seçmeli Kürtçe dersi ve Güneydoğu’ya yatırım gibi hamleleri, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın; yeri geldiğinde Kürtçü’den daha Kürtçü görülmesine yol açtı ve işte o zaman PKK’nın elindeki malzemeler tek tek tükenmeye başladı.
Öyle ya;
PKK’nın, 30 yılda silahla sağlayamadığı hakları, Erdoğan son 10 yılda verdi ve Kürt halkının gönlünde taht kurdu.
Uzun lâfın kısası;
PKK silah bırakmaya, BDP de bu sürece destek vermeye mecbur kaldı.
İşte bu;
“Kanayan bir yara gördüm mü,
Yanar ta ciğerim.”
Diyen Mehmet Akif’in şiiriyle şuurlanan Erdoğan’ın başarısıdır!..
Taa en başından beri, sırf kendi “ciğer yangını”nı durdurmak için “kanayan yara”yı tedavi etmeye çalışmıştır ki, bu uğurda “çifte” yemiş, “kamçı” yemiş ama yılmadan yoluna devam etmiştir.
ROL MODEL ERDOĞAN
Bugün, Apo gibi bir adam;
“Saygıdeğer Türkiye halkı bilmeli ki; Kürtlerle Türkler’in 1000 yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır... Zaman helalleşme zamanıdır. Çanakkale’de omuz omuza şehit düşen Türkler ve Kürtler, Kurtuluş Savaşı’nı birlikte yapmış, Meclis’i birlikte kurmuşlardır... Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’in mesajlarındaki hakikatler, bugün yeni müjdelerle hayata geçiyor, insanoğlu kaybettiklerini geri kazanmaya çalışıyor.”
Deme noktasına gelmişse; Apo’nun bu süreçte “Erdoğan’dan etkilenmediğini” söylemek mümkün müdür?.. Hatta; Apo’nun, Erdoğan’ı “rol model” olarak gördüğü bile söylenebilir!..
Sonuç itibariyle;
“Dik” durmak, “kararlı ve tutarlı” olmak, özellikle de “samimi” olmak, çok şeyi değiştirebiliyor.
“PKK’yı değiştirdiği” gibi!..
İSRAİL DE YOLA GELDİ!
“Dik duruş”un, “kararlı ve tutarlı” adım atmanın değiştirdiği, elbette sadece PKK değil... İşte gördünüz, bugüne kadar bütün dünyayı “alavere-dalavere” yahut “tehdit ve şantaj” ile hizaya getiren İsrail bile, sonunda “pes etmek” zorunda kaldı... Hem de, PKK’nın hemen ardından!..
Haa, denilebilir ki;
“Bu, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın değil, ABD Başkanı Barack Obama’nın başarısıdır... Obama, Türkiye ile barış yapmaya zorlamasaydı Binyamin Netanyahu kesinlikle özür dilemez, tazminat ödemeye yanaşmaz ve ambargoyu kaldıracağına dair söz vermezdi.”
Çok doğru... Obama bastırmasaydı, “Türkiye-İsrail ilişkileri”ndeki gerginlik aynen devam ederdi!..
Tabiî, İsrail aleyhine!..
Tamam da;
Obama, “Türkiye’nin kara kaşı, kara gözü” için mi girdi devreye?.. Obama, Batılı liderler gibi “aptal” değil ki... Batılı liderler, “Türkiye’nin AB üyeliği”ne “salakça bir inat”la karşı çıkmaya devam etseler de, Obama; “Bölgede Türkiye’siz bir iş yapılamayacağını” gördü.
İşte gördünüz... “Demokrasi ve özgürlük” getirmek için işgal ettiği Irak ve Afganistan’dan, arkasında bir “bataklık” ve “kan gölü” bırakarak çekildi.
Bunları gören ve bilen Obama, bölgedeki “nüfuz”un Rusya veya Çin’in eline geçmemesi için “Türkiye ile birlikte hareket etmek” zorundaydı... Ne var ki, burada da “İsrail lobisinin baskıları”nı aşmak zorundaydı.
Sonunda, onları da “ikna” etti ve İsrail’i, “Türkiye’nin şartlarını kabul etmeye” zorladı!..
İsrail; “Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 3 şartı”nı, yani “Özür, tazminat ve Gazze’ye ambargonun kaldırılması” şartlarını kabul etmek zorunda kaldı... Bu “mecburiyet”te; elbette “Taşeron PKK”nın silah bırakma kararı almasının da büyük rolü vardır... İsrail; “artık PKK’yı kullanamayacağını” anlamıştır!..
Olay budur.
Uzun lâfın kısası;
“Kürtler” ve “Filistinliler” konusunda, “Mazlumdan yana” bir strateji uygulayan Erdoğan, “dik duruş”unun karşılığını almıştır.
Gerisi lâf-ı güzaf!..
Nevruz kutlamalarının ardından
l Diyarbakır’daki “Nevruz kutlamaları” esnasında ilginç şeyler yaşanmış... Öcalan’ın “silahlar sussun” mesajının okunduğu kutlamalara, dağdaki PKK’lılar; ellerinde “Apo posterleri ve PKK amblemli bez parçaları”, başlarında ise “karnaval şapkaları” ile gelmişler... Ellerinde “silah” taşımasınlar da, ne taşırlarsa taşısınlar... Bir gün gelir; “Türk bayrağı” ve “Türkçe pankart” da taşırlar... Apo bile “Türk-Kürt kardeşliği”nin farkına vardıysa, bir gün “PKK’lı teröristler” de farkına varır!..
l Öcalan’ın 5 sayfalık mektubunu Pervin Buldan Kürtçe, Sırrı Süreyya Önder de Türkçe okumuş... Pervin Buldan’ın Kürtçesi için, “En kötü Kürtçe” denilmiş... Bana kalırsa, Sırrı Süreyya Önder’in Türkçesi de, “En kötü Türkçe” seçilmelidir... Hatta, “rol değişimi” bile yapabilirler... Sırrı Süreyya Kürtçe, Pervin Buldan da Türkçe konuşsun!.. Eminim, daha iyi anlaşılırlar!..
l Nevruz kutlamasında “Türk bayrağı” olmamasına tepki gösteren MHP’liler, Meclis sıralarındaki mikrofonlara “Türk bayrağı” asmışlar... Zamanında “Apo’yu asabilseler”di, bugün “bayrak asmak” durumunda kalmazlardı... Onu yapamadılar, şimdi “Türk’e Türk propagandası” yapıyorlar!..