PKK ve APO Meşruiyet Kazandı
PKK terörünün iki ayrı çözüm ihtimali vardı. Biri İslamî çözüm, diğeri laik çözüm.
Son gelişmeler laik çözümün tercih edildiği gösteriyor.
Artık PKK terör örgütü olmaktan çıkmış, meşruiyet kazanmıştır.
Abdullah Öcalan İmralı’da mahpus olmasına rağmen, sanki esir düşmüş bir devlet başkanı veya kumandan gibi muhatap kabul edilmiştir.
Son gelişmelerden sonra silahlar gerçekten susacak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya barış, huzur ve güvenlik gelecek midir? İnşaallah gelir… Bendeniz kötü senaryolar tahayyül ediyorum. Bahane mi yok, bir müddet sonra çatışmalar yeniden başlayabilir.
PKK nedir?.. İsrail ve Siyonizm… Ermeni emperyalizmi ve emelleri… Kripto Yahudiler… Kripto Ermeniler… Anadolu’yu tekrar bir Haçlı ülkesi yapmak isteyenler… Pakraduniler… Dolaylı olarak, Samsun’dan Hopa’ya kadar yeni bir Pontus düşleyenler…
Şu anda kesin cevabı verilemeyecek bazı sorular var:
Bir sene sonra Apo yine cezaevinde olacak mı?
PKK konusundaki son gelişmeler İsrail’in İran’a saldırması için bir hazırlık mıdır?
Türkiye ile İran’ın savaşması önlenebilir mi?
Kürtler Türkiye’deki Sünni Müslümanlığın çok güçlü bir unsuruydu. On yıllar boyunca planlı ve programlı olarak Kürt medreseleri, Kürt tarikatleri yıpratıldı, çökertildi. Meydan zâhiren Kürt ve Müslüman görünen, gerçekte ise Yahudi, Ermeni, Pakraduni güçlere bırakıldı.
Buna benzer bir tahribat Türk Sünni kesimde de yapıldı. Sünniler yüzlerce, birbirinden kopuk parçaya ayrıldı, ehl-i Sünnet birliği kaldırıldı, yerine İslam Protestanlığı mozaiği aldı.
PKK satrancı gitgide büyük bir kumar halini almış görünüyor.
Kürt nüfusu belli bir bölgede değil, ülkenin sathına yayılmıştır. Türkiye’den kopacak bağımsız bir Kürdistan artık düşünülemez.
1910’da Osmanlı Jöntürkleri gaflet içindeydiler, ordu gırtlağına kadar siyasete batmıştı, Balkan Harbi’ni önceden göremediler, tedbir alamadılar.
Sünni İslami kesimin son çok önemli gelişmeler karşısında neler düşündüğü, ne gibi tedbirler aldığı doğru dürüst bilinmiyor. Binlerce fırkaya ve hizbe ayrılmış Sünniler bir federasyon veya konfederasyon çatısı altında bile toplanmış değiller.
Şeamet dellallığı yapmak istemem ama son gelişmelerden en fazla zarar görecekler Sünni Kürtlerdir.
Keşke icazetli Kürt uleması, Kürt meşayıhı, Kürt ziyalıları bir şura halinde toplansalar ve birtakım kararlar alsalar.
“İkinci yazı”
Boğaz’da erguvanlar açarken
Yeni bir ilkbahar… Bu kaçıncı bahar? Boğaziçi kıyıları, yeşillenmeden önce erguvanî bir renge boyanır. Vakit kaybetmeye gelmez, kısa sürer bu erguvan cümbüşü… Eminönü’nden bir vapura binersin ta Beykoz’a, Sarıyer’e kadar Boğaziçi’nde bir sefer yaparsın. Yalıları, koruları, ağaçları, çiçekleri gördükçe için açılır. O çirkin yapılaşmaya baktıkça için kararır. Bu dillere destan güzelliği tahrip edenlere beddua edersin.
1950’li yıllarda merhum üstad Mahir İz Beyefendi ile Sarıyer’e giderdik, meşhur börekçide karnımızı doyururduk; oradan, biraz ötedeki muhallebiciye uğrardık. İstanbullu olmanın bin şartından biri su muhallebisi yemektir. Bu muhallebiyi sevmeyenlere İstanbullu diyemiyorum.
Mahir Bey’in ablası hanımefendinin Kanlıca’da bahçe içinde konak yavrusu bir evi vardı. Hoca yaz aylarında bazen orada kalırdı. Hatırımda yanlış kalmadıysa salı günleri öğleden sonra Celal Hoca, Cevat Rıfat Atilhan, Kuleli Lisesi hocalarından muhterem bir edebiyat öğretmeni gelirlerdi. Fevkalade sohbetler yapılırdı.
Bir gün Hocayla Kanlıca’da bir eski zaman kahvesine gitmiş, yoğurdu yiyorduk. Sokaktan boylu poslu, Kürt tipli seyyar bir bıçak satıcısı geçmişti. Yayvan bir sepete bıçaklarını doldurmuş, Üsküdar’dan Beykoz’a bağıra bağıra, sata sata gidiyor. Mahir Hoca o zatı işaret ederek “Bilir misiniz bu adam Mesnevi-i Şerif’i ezbere bilir” demişti. Osmanlı kültürü bu, seyyar bıçak satıcısına Mesnevi’yi ezberletmiş.
1950’li yıllarda, Celal Hoca Çubuklu’da yazları geçirdiği harap konakta, Hazret-i Ali’yle Hazret-i Muaviye arasındaki ihtilafı anlatan seri dersler vermeye başlamıştı. Bina haraptı, içinde elektrik yoktu. Hocanın dersleri duyan geldi duyan geldi… Hoca dersleri kesmek zorunda kaldı.
Boğaziçi’nde leziz memba suları vardı. Sarıyer’deki Çırçır suyu, Çubuklu suyu; karşı tarafta Kefeli suyu denilen bir su vardı ki böbrek hastaları ilaç gibi içerlerdi.
Çocukluğumda Boğaz balık kaynardı. Beykoz önlerinde kalkan balıkları tutulurdu.
Bacalarından buram buram kömür dumanları savuran Şirket-i Hayriye vapurlarıyla yunuslar yarış yapardı.
Eski vapurların isimleri ne kadar güzeldi: İnşirah… İnbisat… Neveser…
Kadıköy tarafına sefer yapan yandan çarklı Halep ve Basra gemilerine yetişmiştim.
Gençler şu hüküm cümlesini iyi anlayamazlar: Boğaziçi’nin canına okuduk!
Bir Boğaziçi medeniyeti vardı, bir Boğaziçi kültürü vardı… Boğaziçi başlı başına bir sanattı.
Boğaziçi’nde çok kötü gelişmeler, yapılaşmalar, betonlaşmalar, tahribat oldu ama yine de bir şeyler kaldı. Tavsiye ederim, vaktiniz olursa orada bir vapur turu yapınız. Dilim alışmış vapur diyorum. Vapur, kazanları kömürle çalışan buharlı gemilere denir. Şimdi onların yerini dizelli gemiler aldı. Siz isterseniz nostaljik mostaljik deyin ama eski gemiler daha güzeldi.