Bay Kılıçdaroğlu DHKP-C’ye de üye olur mu?
Hani; “Filanca yerden geldi, ayağının tozuyla şunları şunları yaptı” derler ya, ben de Danimarka ve Hollanda’dan döndüğümün akşamında, yani 22 Mart Cuma gününün akşamında TRT-1’de yayınlanan “Büyük Takip” programını izledim.
Neden izledim?..
Çünkü “DHKP-C saldırılarının iç yüzü” anlatılıyordu... Hem verilen “bilgi”ler, hem de “zamanlama” açısından ilginç bir programdı.
Öyle ya;
Bizim, Başbakan Tayyip Erdoğan’la birlikte Danimarka’ya hareket ettiğimiz gün, yani 19 Mart günü DHKP-C adlı illegal terör örgütü AK Parti Genel Merkezi ile Adalet Bakanlığı’na saldırmıştı...
TRT-1’deki “Büyük Takip” programında, işte bu DHKP-C’nin perde arkası ve şimdiye kadar bilinmeyen derin bağlantıları, tüm çıplaklığıyla deşifre ediliyordu... Örgütün illegal faaliyetlerinden sorumlu eski üst düzey yöneticisiyle yapılan röportajda şok edici bilgiler ortaya çıkıyordu.
SUBAYLARDAN SİLAH EĞİTİMİ!
1970’li yıllarda Türkiye’nin içerisinde bulunduğu toplumsal durumdan faydalanarak ivme kazanan DHKP-C içerisinde askerlerin nasıl yapılandığı, örgütün eski üst düzey sorumlusu tarafından bütün detaylarıyla anlatılıyordu... Örgütün üst düzey yöneticisine göre; örgütün içerisinde faaliyet gösteren subaylar, örgüt üyelerine silah eğitimi veriyor ve mühimmat yardımı yapıyordu.
DHKP-C’nin yaptığı bazı eylemler de bizzat bu subayların katılımıyla gerçekleştiriliyordu... Programda, o subayların isimleri de veriliyordu...
Röportajda yer alan dikkat çekici açıklamalardan biri de “1971 ihtilali”nin nasıl yapıldığı ile ilgiliydi... “Sol”un içerisinde yer alan bu subaylar, darbenin yapılmasında en önemli aktörler olarak gösteriliyordu... Üst düzey yöneticinin iddiasına göre; Özel Harp, darbe ortamını hazırlamak için bazı işadamı ve devlet yetkililerinin evlerindeki paspas altlarında dinamit patlatarak infiale yol açmış!..
Tutuklu Aileler ve Dayanışma Derneği olarak bilinen TAYAD’ın, legal gibi görünse de DHKP-C’nin merkezlerinden birisi olduğu, örgütün eski üst düzey sorumlusu tarafından çok açık bir şekilde ifade ediliyordu... Şimdiye kadar örgüt içerisinden gelmiş geçmiş herkes TAYAD’ın içerisinden çıkmış!..
PKK’NIN YERİNE DHKP-C!
İşte bu programı izlerken, tüylerim diken diken olsa da, üzerinde durma gereği duymamıştım...
Çünkü, biliyordum ki;
PKK, “ASALA’nın yerine” kurduruldu!.
DHKP-C de; “silah bırakma” aşamasına gelen “PKK’nın yerine” geçirilecek!..
Yani, bazı “odak” ve “mahfil”ler ile “Türkiye’nin güçlenmesini” istemeyen “Uluslararası çeteler ve istihbarat örgütleri” bizi rahat bırakmayacak, “enerjimiz”in ve “paramız”ın büyük bölümünü “terörle mücadele” için harcamamız için ellerinden gelen her haltı yiyecek!..
Hele dikkat edin;
Ne zaman ki “İmralı süreci” başladı, düne kadar tek-tük eylem yapan DHKP-C, birden bire “kafa göstermeye” başladı..
Önce ABD Büyükelçiliği’ne “canlı bomba” ile, ardından da AK Parti Genel Merkezi ve Adalet Bakanlığı’na “Law silahı ve el bombası” ile saldırdılar!..
“PKK’nın yerini almaya” çalıştıklarını bildiğim ama MİT ve Emniyet’in “DHKP-C’nin büyümesi”ne izin vermemek için sürekli “operasyon” yaptıklarını gördüğüm için, programda söylenenleri “malûmat” olarak hafızama kaydettim ama pek fazla üzerinde durmadım.
ERGENEKON-DHKP-C BAĞLANTISI
Ne zaman ki;
“TRT’de verilen bilgiler” ile “DHKP-C’nin son saldırısı”nda elde edilen bilgiler birbirini doğruladı, işte o zaman, ortalıkta “Vatansever” pozlarında dolaşan “vatansatar” bazı askerlerin “Türkiye’ye ihanet”lerini sorgulamaya başladım...
Gazetelerdeki haberler şöyleydi:
“AK Parti ve Adalet Bakanlığı’na yönelik saldırıların ardından olayın anatomisinin Ergenekon’a çok benzediğini söyleyen Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bu açıklamasını teyit eden bir gelişme yaşandı... Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Daire Başkanlığı, iki olayda kullanılan silahlar üzerindeki incelemesini tamamladı. Terör örgütü DHKP-C tarafından AK Parti’ye yapılan saldırıda kullanılan LAW silahı ile Ankara Zir Vadisi’nde ve İstanbul Poyrazköy’deki kazılarda çıkan silahların aynı seriden olduğu ortaya çıktı.
Adalet Bakanlığı’na atılan el bombalarının ise bugüne kadar birçok eylemde kullanılan bombalarla aynı tipte olduğu tespit edildi. Tüm delilleri inceleyen uzmanlar, saldırılarda kullanılan patlayıcının özelliklerini tesbit etti... AK Parti’ye yapılan saldırıda ‘M72-A2 anti tank LAW’ silahı kullanıldığı belirlendi. Adalet Bakanlığı’na da ‘F1 savunma tipi parça etkili Rus yapımı el bombası’ ile saldırı yapıldığı kaydedildi. Bombanın 1979 ile 2013 yılları arasında PKK/KCK, Dev-Sol, MLKP ve DHKP-C tarafından 678 farklı olayda kullanıldığı bildirildi.”
Haberlerde, kafaları tavana vurduracak daha başka bilgiler de vardı...
BU NE MUHABBET?
Meselâ, deniliyordu ki;
“Polisin yürüttüğü soruşturmalar bir başka gerçeği de ortaya çıkardı. Buna göre; Ankara’daki eylemleri gerçekleştiren DHKP-C militanları şimdiye kadar defalarca yakalanıp, yargılanmış ve her seferinde serbest kalmış.
AK Parti Genel Merkezi’nde yapılan incelemede eylemi gerçekleştirdiği kesinlik kazanan Muharrem K., 9 Mayıs 2001’de Sivas’ta, 16 Kasım 2003’te Çorum’da yakalanıp tutuklanmış ama bir süre sonra tahliye olmuş.
Adalet Bakanlığı’na yönelik saldırının faillerinden LİMAN-İŞ Sendikası’nın eski genel başkanı Hasan Biber de, daha önce yakalanıp serbest kalmış. Hasan Biber’in, “Marhaba Yoldaş” adlı bir şiir kitabı var. Kitabın kapağındaki fotoğrafta, geçtiğimiz günlerde İstanbul’da yapılan DHKP-C operasyonlarında tutuklanan Avukat Taylan Tanay ile 2007’de girdiği açlık grevi ile gündeme gelen avukat Behiç Aşçı, birbirine sarılıyor. Aşçı’nın adı Ergenekon iddianamesinde Veli Küçük’le birlikte geçiyor.”
Malûm, açlık grevinde rahatsızlanan mahkûmlar, kalıcı sağlık problemleriyle karşılaşırken, Behiç Aşçı’yı 293 gün süren açlık grevinden Ergenekon tutuklusu emekli Tuğgeneral Veli Küçük vazgeçirmişti.
Vay anasını sayın seyirciler!..
Bu nasıl bir “yapı”dır ki, tıpkı Dallas gibi!.. “Kimin eli, kimin cebinde” belli değil!.
Bir de, diyorlar ki;
“Birbirleriyle alâkasız isimler, nasıl aynı örgütte gösteriliyor?.. Bir profesör ile sendikacının, bir gazeteci ile generalin ne ilgisi olabilir ki?”
Peki, sormak gerekmez mi;
“DHKP-C’li avukatlar” ile “Ergenekon sanığı Veli Küçük”ün nasıl bir bağlantısı var ki; general emredince, avukat açlık grevinden vazgeçiyor?!?..
DERİN DEVLETİN ADAMLARI!
Bu “bağlantı”ları görünce, tekrar TRT-1’e bağlandım ve programı izlemeye başladım.
Röportajın en can alıcı noktalarından biri de örgütün öğrencileri nasıl kandırdığı ve bir militan haline nasıl getirdiğiyle ilgiliydi!.. Son dönemde çocuklarını bu örgüte kaptıran aileler, gözyaşları içinde isyan ediyorlardı... Üniversite öğrencileri sinsi bir planla örgüte işte böyle çekiliyor...
l Marksist, Leninist ve ateist örgüt olan DHKP-C’nin en sık kullandığı argümanlardan biri de şehitlik, iyi mi?.. Öyle ki, ölen militanlara şehit diyor, camide mevlüd okutuyor!..
l Bir taşeron gibi çalışan örgütün “finans kaynakları”ndan biri uyuşturucu... Üstelik bu bir iddia da değil, birebir bir tanıklık.
l “Örgütün derin devletle bağlantısı” bu röportajla ortaya çıkmış oldu... Eski lider Dursun Karataş’ın devletle görüştüğü, örgütün ikinci adamı olan Paşa Güven’in ise, doğrudan derin devletin adamı olduğu ifade ediliyor.
l Şimdiye kadar aydınlatılmayan olaylardan birisi olan Dursun Karataş ve beraberindeki örgüt üyelerinin 1989 yılındaki firarı meselesi... Meğer; Karataş; firar öncesinde “cezaevinin yemekhanesinde bir üst düzey askerle görüşmüş” ve bu görüşmeden sonra firar gerçekleşmiş!..
l Örgütün generallere yönelik suikastları PKK ile ilişkilerinin başlamasını sağlamış!.. 1991 yılında OHAL komutanı Hulusi Sayın’ı öldüren örgüt, bunun karşılığı olarak PKK’dan kamp yeri almış... Örgüt elemanları, silahlı eğitimlerini Bekaa’da PKK ile aynı ortamda almış!..
Hele söyleyin;
“PKK ile aynı ortamda silahlı eğitim alan bir DHKP-C” için, kalkıp da “iki farklı örgüt” diyebilir misiniz?..
Gayet açık ve net ki;
“PKK eşittir DHKP-C!..
Ya da;
DHKP-C eşittir PKK!”
Siz, buna;
“PKK’nın devamı DHKP-C” de diyebilirsiniz... Hiç kuşkunuz olmasın ki; PKK ölürse, DHKP-C güçlendirilecektir!..
CHP VE BDP’NİN FEVERANI!
Neyse ki; Emniyet, “DHKP-C’nin palazlanmasına” pek fırsat vermiyor... İkide bir kafasına vuruyor, “avukatlık büroları”na ve “sendika”lara sızan “DHKP-C militanları”na operasyon düzenleyip, gözaltına alıyor...
Malûm, önceki gün, DHKP-C’nin Ankara’daki “hücre evler”ine operasyon düzenlendi ve 15 kişi gözaltına alındı...
Bize ulaşan bilgilere göre;
Polis, baskın yaptığı ev ve dairelerin önüne geldiğinde “zil”leri çaldı, eğer içerden ses gelmediyse, kapıları “çilingir” yardımıyla açtı...
Gelin, görün ki;
“DHKP-C’ye yönelik operasyon”da kapıların kırılarak içeri girildiğini iddia ederek en çok tepki gösteren partiler CHP ve BDP oldu?..
Acaba niye?..
Malûm;
“Yarası olmayan gocunmaz.”
Ve ayrıca;
“Çiğ yemeyenin karnı ağrımaz!”
O halde;
CHP Genel Başkan Yardımcıları Sezgin Tanrıkulu ile Perihan Sarı ve BDP, niye karşı çıktı operasyonlara?.. Niye; “Bu operasyonları şiddetle kınıyoruz?.. Gözaltına alınanlar derhal serbest bırakılmalıdır!” dediler?..
“Şiddetli karın ağrıları”nın bir ifadesi olan bu “şiddetli kınamaları” duyunca, “köpeğin kuyruğuna basan adam”ın hikâyesi geldi aklıma...
Hikâye bu ya;
Adamın biri, sokakta dalgın bir şekilde yürürken; farkında olmadan, yolun ortasında yatan bir köpeğin “kuyruğuna” basmış!..
Ve tabii, can havliyle havlamış köpek!..
Adam şaşırmış...
“Hayret” demiş;
“Ben köpeğin kuyruğuna bastım!.. Ama ses, ağzından çıktı!”
Şöyle bir düşünüp, “teşhis”i koymuş:
“Kuyruğuna bastığım halde ağzından ses çıktığına göre, demek ki; kuyruk ile baş arasında bir bağlantı var!”
Şu hâle bakın;
Polis, “DHKP-C’nin kuyruğu”na basıyor ama cıyak cıyak bağıran CHP ve BDP oluyor!..
Acaba;
Aralarında bir “bağlantı” mı var?..
İster misiniz;
Sezgin Tanrıkulu ve Perihan Sarı’nın arkasından, Bay Kemal Kılıçdaroğlu da bir demeç patlatsın ve desin ki;
“Nerede bu DHKP-C?.. Adresini bilsem, gidip üye olacağım!”
Der mi, der!..
“Ergenekon” için öyle demişti ya!..
Pekalâ, DHKP-C için de der!..
Malûm;
“Baş” ve “kuyruk” hikâyesi!..
TGC ve Baro arasındaki ideolojik akrabalık!
Mehmet Ocaktan, bir televizyon programında, “CHP’nin Esat’a verdiği desteği” yorumlarken “ideolojik akrabalık” deyince, ortalık ayağa kalkmıştı.
Sadece CHP ile Esat arasında değil, birçok kişi ve kuruluş arasında da “ideolojik akrabalık”lar mevcut...
Meselâ, “saldırı”ya uğrayan Akit Muhabiri Mehmet Özmen olduğu halde; “İstanbul Barosu’nu kınaması” gereken Türkiye Gazeteciler Cemiyeti kimi kınamış, biliyor musunuz?.. Muhabirimiz Mehmet Özmen’i kınamış ve bir de ukalaca sormuş; “Sahnede ne işin vardı?”
Anlaşılan o ki; Baro zihniyeti ile TGC zihniyeti arasında bir “ideolojik akraba”lık var ve TGC “ideolojik akraba”sını kolluyor!..
İlginçtir; “312 general Akit’e davâ açtığında” da, gidip olayı anlatmamıza rağmen, TGC, bizim yanımızda değil, “generallerin safında” yer almıştı!.. Kimbilir, belki o da “ideolojik akrabalık”tandır!..
Şimdi kalkmışlar, “Gazeteciler özgürleşsin” diyorlar... Ben de derim ki; “Siz önce kendiniz özgürleşin!.. Zira; despotların kucağında oturanlar, başkalarının özgürlüğünü isteyemez!”