M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Asap Bozukluklarım

Asap Bozukluklarım

Sevmediğim, hoşlanmadığım, razı olmadığım şeylerden biri de HES’lerdir. Ormanlar, çalılar, tabii hayat tahrip ediliyor…

Samsun’dan Hopa’ya kadar Karadeniz Sahil Yolu’nu da sevmiyorum. Bu yolun zararı faydasından çok olacaktır.

Yol, baraj, köprü, yapılaşma, siteleşme için ağaç kesilmesini vicdanım kabul etmiyor. Elbette bunlar için bir miktar ağacın kesilmesi zaruridir ama zaruret sınırının aşılmasını, rantçılar için ağaç kesilmesini hoş göremem.

Çamlıca’da, Boğaz’da, diğer sit alanlarında rant için bina yapılması beni isyan ettiriyor.

İstanbul’un çok aşırı şekilde büyümüş olmasından çok rahatsızım. Zerre kadar vicdanım ve sağduyum varsa böyle bir büyümeyi, azmanlaşmayı kabullenemem.

Günde altı milyon ekmeğin çöpe atılmasını protesto ediyorum. Böyle korkunç bir israfın ülkemize, devletimize, halkımıza uğursuzluk ve felaket getireceğine inanıyorum.

Sokak kedi ve köpeklerinin, bütün canlıların yaşamaya hakları olduğuna inanıyorum. Kesim için beslenen hayvanların, tavukların, yemek için tutulan balıkların dışında ehli veya vahşi hayvan katliamına karşıyım.

İstanbul’da ağaçların rasgele, gelişi güzel budandığını görünce öfkeleniyor ve beddua ediyorum.

Caddelerde büyük saksılar içinde ağaçların sulanmayıp kurutulması beni üzüyor.

Müstehcen neşriyattan hiç memnun değilim. Yapanlar kadar izin verenleri de kınıyorum.

Devletin birtakım kadınlara yasal vesikalar vererek seks köleliği yaptırmasını, bundan vergi almasını rezalet ve skandal olarak görüyorum.

Halkın ve gençliğin 1928’den önce basılmış kitapları ve evrakı okuyamamasını utanç verici, yüz kızartıcı korkunç bir zır cahillik olarak görüyorum, bizi böyle bir cahillik uçurumuna atanları lanetliyorum.

Hepsi için söylemem ama bir kısım imamların namaz kıldırma memuru statüsüne düşürülmüş olması beni çok üzüyor.

Evime yakın büyük caminin altı minaresinde hoparlörlerin günde beş kez avaz avaz, bangır bangır, kulak zarlarını patlatırcasına, pencere camlarını zangırdatarak, 125 (belki daha yüksek) desibel şiddetinde ezan okumasını protesto ediyorum. Benim bu protestomu “Bu adam ezan düşmanı” şeklinde yorumlayan insafsızlara hakkımı helal etmiyorum.

Toplu taşıma vasıtalarında, on sekiz yaşında delikanlının oturduğunu, yetmiş beş-seksen yaşındaki ihtiyarın ayakta seyahat ettiğini görünce asabım bozuluyor, bir yere acilen yetişmem gerekmiyorsa ilk durakta iniyorum.

Yağcı, yalaka, dalkavuk birtakım İslamcıların yazıları ve beyanları midemi bulandırıyor.

Bin kere tarikat, cemaat, hizip, fırka, parça deyip de bir kere ümmet ve birlik demeyen adamların yanında sıkılıyorum ve bir daha onlarla görüşmüyorum.

Bir eve çağırılıyorum, sahibi zengin mi zengin, ev iki yüz elli metre kare. Hacı bey duvara bir tek hüsnühat asmamış, yere bir tek el dokuması kök boyalı halı sermemiş. Nezdimdeki itibarı paramparça oluyor.

Eminönü Meydanı’nda Mısır Çarşısı civarında geziniyorum. Birkaç sene önce döşenen kaldırım malzemesi yer yer kırılmış, eciş bücüş, yağan yağmur iğreti taşların üzerine bastıkça geçenlerin üzerine fışkırıyor. Belediyeye de, müteahhitlere de sövüp sayıyorum.

Cuma namazında Sultanahmet civarında Mimar Sinan’ın yaptığı içi çinilerle süslü kubbeli harika bir camiye gidiyorum, imam efendi hutbe okurken hoparlör bozuluyor, korkunç sesler çıkıyor, cemaatin huzuru tarumar oluyor. Bundan son derece rahatsız oluyorum. Bereket versin hatip efendi hutbenin sonunda “Allah katında din İslamdır” ayetini yüksek sesle okuyor da biraz kendime geliyorum.

Akşam saat beşte otomobille bir yere gitmek akılsızlığını yapıyorum, ana caddede otomobiller mıh çıkını gibi. Tam bir buçuk saat o sıkışıklıkta çile dolduruyoruz ve gideceğimiz yere ulaşamıyoruz. Şehri bu hale getirenlere verip veriştiriyorum.

Cuma ezanı okunuyor, nice Müslümanın dükkanı, lokantası, pastanesi, işyeri, bürosu, atölyesi açık… Kendilerini namaza gidiyor ama işyerlerini kapatmıyorlar. Bundan rahatsız oluyorum.

Sokakta sözde örtülü bir hanım görüyorum. Pantolon üzerine tünik giymiş. Elbiseleri daracık. Ayakkabıları uzun topuklu. Önce makyaj yapmış, sonra silmiş ama boyaların bir kısmı görünüyor. Başında alaca bulaca bir eşarp… Böyle tesettür kıyafetleri beni rahatsız ediyor.

Sabah namazına bir camiye gidiyorum. Bendeniz ve yanımdakiler dahil on dört kişiyiz. İmam mihraba geçiyor, önünde sabit mikrofonlar var, onların yetişmiyormuş gibi yakasına kablolu bir seyyar mikrofon takıyor mandalla. İçimden gülüyorum ve öfkeleniyorum.

 

(İkinci yazı)

Hizmet Edebilecek Bir Gence Mektup

Sana bu mektubu hem senin menfaatin, hem de bu fakirin menfaati için yazıyorum. İyi bir Müslüman, iyi bir insan, iyi bir vatandaş, iyi bir hizmetkâr olursanız ulu devlete nail olacaksınız. Böyle bir hayırlı işte vesile olduğum için ben de yararlanmış olacağım.

Doğrusu doktor, mühendis, hukukçu olmanız beni pek ilgilendirmiyor. Mehmed Akif’in mesleği veterinerlikti…

İyi bir Müslüman olursanız mutlaka doğrudan doğruya veya dolaylı şekilde hizmet de edersiniz.

Hizmet ikiye ayrılır:

1. Hizmet edebiyatı… Ben hizmet ediyorum… Biz hizmet ediyoruz…

2. Gerçek hizmetler. Bunların edebiyatı ve propagandası yapılmaz.

İster doktor, ister mühendis, ister iktisatçı, ister hukukçu ol; doğumundan ölümüne kadar Allah sana ne kadar rızık yazdıysa onlar gelir ve sen de yersin. Cenab-ı Hakk bazen bir hamal kuluna esnaf lokantasında güzel bir ziyafet çeker, dolar milyarderi süper zengin bir kuluna da patates haşlaması, çavdar ekmeği, yağsız yoğurt yedirir. Adamcağız şeker hastasıdır, kalbi vardır, mutlaka perhiz yapması gerekir.

Seni yediğin, içtiğin beni ilgilendirmez, Allah’ın işine karışmam.

İlle de hizmet… Sahte hizmet değil, gerçek hizmet.

Bir Müslüman için gerçek hizmet Kur’ana, Sünnete, Şeriata,

Hikmet-i İslamiye’ye uygun hizmettir.

Akıllı Müslüman, Allah’tan kendisine hizmet etme fırsat, imkan ve tevfikini ister.

Cami duvarına saçma sapan, çirkin saatler asmak… Camiye kalorifer yaptırtmak… Camiye klima cihazı koydurtmak, bir minareye on hoparlör takmak… Şadırvanın musluklarını parlatmak… Bu gibi şeyler hizmet değildir.

Bilhassa sabah namazlarında camiye cemaatle doldurmak… Cuma hutbelerinde halkı uyarmak, duygulandırmak, şuurlandırmak… Camiin kürsüsünden ölüleri bile harekete geçirecek etkili, ıslah edici vaazlar vermek… Müslümanların birleşmesi için çalışmak… İdarenin Kur’ana, Sünnete, Şeriata uygun olması için çalışmak… Halka ilmihalini öğretmek… İşte bunlar hizmettir.

Hizmet ilimle, irfanla, kültürle olur. Bu üçü de yetişmez, bunların yanında ihlas, bilgelik ve takva gerekir…

Allah için hizmet eden ücretini kullardan istemez.

İnşaallah ileride, Allah’ın lütuf, kerem ve yardımıyla hizmete yönelirsiniz. Beni hatırlarsanız, rahmet okursunuz. Hatırlamasanız da olur. Sizin hizmetinizde, dolaylı olarak benim binde bir payım ve etkim olsa bundan ben de yararlanırım.

Doktorluk, mühendislik, hukukçuluk, veterinerlik ve diğer geçim meslekleri dünya içindir.

Yüz milyon doları olan bir zengin zekât, sadaka, hayır hasenat olarak ne harcadıysa Ahirete o gider, gerisi dünyada kalır.

Mehmed Akif’i Mehmed Akif yapan veterinerliği değil, Müslümanlığı ve İslami hizmetleridir.

Tekrar ediyorum, sakın kendini aldatma. İhlas olmazsa hizmet olmaz.

İlle de İhlas…

İhlasın yanında ilim, irfan, kültür, sanat… Yüksek ahlak ve karakter… Nefsinizi emmare derekesinden levvame derecesine çıkartamazsanız hizmet edemezsiniz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi