“Mahkeme Masrafı” Kime?
Anayasa Mahkemesi Türkiye’ye Maddî ve manevî çok şeyler kaybettiren bir davayı sona erdirdi. üstümüze ne kadar büyük bir yük bindirilmişti ki, hepimiz de gerçekten “oh be!” dedik. Sevindik, ama sevincimiz buruktu. Bu haksız ve yersiz dava hiç olmamalıydı. Aziz ülkemiz bu duruma hiç düşürülmemeliydi…
İlk aklıma gelen, “mahkeme masrafları kime aittir?” oldu. ülkemizin bu yaklaşık beş aylık döneminde kaybettiği yabancı sermayelerin zararı, yükselen faiz ve dövizlerin zararı, duran yatırımların, ayak sürüyen bürokrasinin, düşen morallerin, kaybedilen imalın, dışarıda görülen III. Dünya ülkesi manzaralarının, “orası Türkiye” dedirten dudak bükmelerin, daha da üzülen vatandaşların, daha da fakirleşen halkın, daha da artan işsizliğin, daha da yükselen enflasyonun… hesabını kim verecek?
Aklıma bir yalnız adam geliyor, ömür boyu yalnızlık çekecek ve halkının içine gönül rahatlığıyla giremeyecek bir adam; Yargıtay Başsavcısı A. Yalçınkaya. Ama tek sorumlu o mu? Elbette değil. Medya’da okuduk durduk, onu bu işe kışkırtanların ne kadar da çok olduğunu görmüştük. Dava açtığı gün “şerefe” diye kadeh kaldıranların, alkışlayanların hikayesini burada yazmıştık.
Gerçi o şöyle de diyebilir: “Kardeşim, mahkeme beni haklı gördü, size ne oluyor?”
Evet, maalesef bu da doğrudur. Burukluğumuzun bir sebebi de bu değil mi zaten!
Ne diyor mahkeme?
1- Evet, Ak Parti laikliğin odağı haline gelmiştir. Dolayısıyla suçlu bulunmuştur.
2- Suçun cezası kapatma olarak değil, hazine yardımını kesmek olarak verilmiştir.
3- Bir daha bu suçu işlememesi kendisine kesin olarak ihtar edilmiştir.
4- Başta Ak Parti olmak üzere bütün siyasilere “bir daha parti kapatmayı imkansız kılacak yasal düzenlemeleri yapma” tavsiyesinde bulunmuştur.
Bütün demokrat zihniyetliler bu karara sevindiler. Fakat Baykal bir şey dedi. “Bu bir kriz tespitidir. Mahkeme krizi tesbit etmiş, ama çözmemiştir.”
Baykal ve partisi Anayasa mahkemesini babalarının tapulu malı sanıyorlardı herhalde. Bu sefer öyle olmadığını görünce üzüldüler. Ataman adlı bayanın demeci de bu açıdan enteresandır.
Ama bu tespit doğrudur. Evet, Anayasa Mahkemesi Ak Partiyi suçlu buldu. Hem de ezici bir çoğunlukla: on’a karşı bir ile. Bu ne demek?
Bu, iddianamedeki suçlamaların, en azından çoğunun haklı olduğunu söylemek değil midir? Oysa elde bunu kanıtlayacak hiçbir yargı kararı yok. Bizim anlayışımıza göre, hatta ona rey verenlerin çoğuna göre yok böyle bir şey. Ama on kişi var diyor ve bunun için ceza veriyor. Bu mudur demokrasi?
Elbette bu değildir. öyleyse iktidarlar neden önce bu yanlışı düzeltmezler?
Daha önce de yazdık, kardeşim siz önce sistemi sağlama alın, temel hak ve hürriyetleri garantileyin, seçim sistemini ıslah edin, sağlam bir parti ve seçim kanunu yapın, halkın oyunu koruyun, çağdışı kanunları kaldırın, yepyeni bir Anayasa yapın, sonra ekonomiye bakın. En azından bunları da ekonomi ile atbaşı beraber götürün.
Yoksa siz ekonomide yaparsınız bir şeyler, birileri gelir devirir döker…
Kaç kere yaşadık bunu. Akıllı insanlar, zarar gördükleri delikten ikinci kez sokulmazlar.
Şimdi herkes Ak Partiden bunları bekliyor. önce bir Anayasa. Şu hazırlattıkları taslak gibi de değil. Daha özgürlükçü, daha çağdaş, daha radikal, “Falanlar filanlar ne der?” korkusu çekmeden, işin hakkını veren bir anayasa…
Avrupa Birliği buna yardımcı olacağı için gerekli. Eğer biz bunu yaparsak, dünya bizim eksenimizde döner. Bu kadar iddialıyım. Onun için konjöktürün fırtınasından pupa yelken biraz özgürlüklere doğru korkusuzca yol alalım.
Kendimize güvenelim. Şu halimizle bile, bizsiz bir dünya olmuyor işte. Gördük bunu hamdolsun. Bizi dışlayarak iş yapmak isteyenler, tıpış tıpış tekrar bize döndüler.
Bu dönüşü kolaylaştıralım, dinimizin, kültürümüzün, tarihimizin, coğrafyamızın hakkını verelim. Yeniden dirilelim ve dünyaya nizam verelim. Bu bizim vazgeçilmez vazifemiz ve büyük davamızdır. Bu, dünyaya ve insanlığa en büyük ikramımızdır.