Aile elden gidiyor
Boşanmalar artıyor… Doğumlar azalıyor… Aile bağları git gide zayıflıyor… Sık sık aile faciaları yaşanıyor… Bu manzara karşısında, “Uyan Türkiye” diye bağırmamak için kendimi zor tutuyorum! Bunlara karşın biz anne ve baba olarak ne yapıyoruz? Hemen hemen hiçbir şey! Zaten çocuklarımıza ayıracak pek vaktimiz de yok… Her günümüz koşturmaca, her gecemiz televizyon: Gecelerimizi televizyon başında yitire yitire, ailemizi yitirmeye başladık, farkında değiliz. Ailemizi yitirmesek bile, her gece, geleneklerimizden, göreneklerimizden bir şeyler yitiriyoruz…
Hepimiz bir şekilde sanallaştık: Televizyon dizilerinde yaşananları (Milliyet’in haberine göre, Suudi Arabistan hükümeti “aileyi koruma” adına Türk dizilerini yasaklama kararı aldı) hayata geçirmeye çalışmaktan, kendi gerçeğimizi yaşamaya sıra gelmiyor. Evlerimiz televizyon stüdyosu değil, hayatımızın her yerinde kamera yok, ancak beynimiz kamera dolu; kendimizi zumluyor, pek de farkında olmadan, rol kesiyoruz: Yaşamak yerine rol yapmak, ne vahim bir tecelli!.. Bunun faturası ağır: Suç oranlarında, boşanmalarda, intiharlarda ve uyuşturucuda büyük artış var! Şehirlerimiz gaspçıdan, çeteciden, soyguncudan geçilmiyor. Yani “Rüzgâr eken fırtına biçer” atasözü boşuna söylenmemiş. Rüzgâr ektik, soygun, vurgun, rüşvet, kapkaç, gasp, boşanma, uyuşturucu, intihar fırtınaları biçiyoruz! Bir memleketin sivil-asker aydınları “çetecilik”ten (Ergenekon) hüküm giyiyor ya da “darbeye teşebbüs”ten yargılanıyorsa…
Bir memlekette Genelkurmay Başkanlığı veya kuvvet komutanlığı yapmış generaller darbecilikten “tutuklu” bulunuyorsa… Bir ülkede, “Laikliği koruyup kollama”yı kendine görev addettiğini söyleyen medya patronları ile tanınmış bazı iş adamları kendi bankalarını hortumluyor, birisi, bir kalemde dokuz milyar dolarımızı götürüyorsa… Bir ülkede “sanatçı”lar evlenip boşanmaktan ve sözde “âşık” olmaktan fırsat bulup şarkılarını besteleyemiyor da, yabancı şarkıcıların melodisini çalıyorsa… “Oyuncu”larımız, uyuşturucu bulundurma, içme ve satma suçundan grup halinde gözaltına alınıyorsa… Üstüne üstlük, bir de din başta olmak üzere moral değerler ideolojik nedenlerden dolayı sürekli saldırıya uğruyor, insanların imanıyla, vicdanıyla, yüreğiyle ve kılık kıyafetiyle oynanıyorsa…
Ve sayısız âbideleriyle “âbide insanları” olan bir ülke, kendini hâlâ dizi filmlerle, şiş kebap ve lokumla tanıtıyorsa, “düzgün insan” zor yetişir. “Üzüm üzüme baka baka kararır” derler, “iyi örnek” kıtlığında, gençlerimiz, “kara insan”lara bakarak kararıyor! Başta televizyon kanalları olmak üzere, neredeyse her şey, gençleri “kötü” olmaya özendiriyor… Televizyonlar mafya dizilerinden geçilmiyor. Her gece onlarca insan katlediliyor. Onlarca şiddet sahnesi gösteriliyor… Toplumun “sapma” saydığı “cinsel tercih”ler “normalmiş gibi” sunuluyor…
Çıtımız çıkmıyor… Televizyon dizileri dini, millî, tarihi ve ahlakî değerlerimizin üstünde tepiniyor, milli mefahirimiz zir u zeber ediliyor, televizyon yarışmaları gençleri “çalışmadan kazanma”ya yöneltiyor, sözde okul hayatını anlatan diziler ders çalışmayı “angarya”, başıboşluğu “hayatın gerçeği” olarak sunuyor… Kısacası, geleneksel aile yapımızın yüreğini çatlatacak envai çeşit “oyun” tezgâhlanıyor… Unutmayalım ki, bu toplumu ayakta tutan şey, aile yapımızdır.
O bozulursa, her şey çözülür, nesiller kaybederiz! Yıllar önce Prof. Gaston Jezz, “Türk milletinin elinden aile nizamını alırsanız, geriye hiçbir şey kalmaz” demişti. Aile yapımıza dadanmaları bundandır: Aile nizamımızı elimizden alarak, ellerimiz böğrümüzde bırakmaya çalışıyorlar. Bu tehdit karşısında sadece Başbakan bağırıyor, uyarıyor; yalnızca o dertli gibi… Ekilen rüzgâr, bir süre sonra toplumsal fırtınaya dönüşünce, biz de feryada katılacağız, ama korkarım iş işten geçmiş olacak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.