Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Sebil’in kapağındaki hoca

Sebil’in kapağındaki hoca

02 Temmuz 2012 tarihine Taha Kıvanç, Star gazetesinde ‘Acımasızlık Diz Boyu’ başlıklı dikkate değer veya dikkat çekici bir yazı kaleme almıştı. Yazının çağrışımlarıyla ben de konuya eğilmek istedim. Çünkü bahsettiği zat, Taha Kıvanç’tan maada benimle de hukuku olan bir zattı. Daha doğrusu ben de Kayserili Halil’in komşusu olan bu hocadan hem Mebadii Arabiyye (Arapça Kuralları) kitabından hem de Ahval-i Şahsiyye yani aile hukuku kitabından ders almak istiyordum.

Birkaç ders de yaptık. Lakin Hoca’nın düzensizliği benim de verdiği dersleri Arapça olarak takip edecek seviyede Arapça bilmeyişim devamı aksattı. Lakin himmeti ali idi ve gücü yetse bana ders vermeye devam ederdi. Benim gibi hevesli muhtaçları okutmaktan zevk aldığı belli idi. Taha Kıvanç bir yazısını ona ayırınca gökte aradığımı yerde bulmuş gibi oldum. Çok duygulandım ve Şam günlerine geri gittim.

Geçmiş zaman olur ki hayali cihana değer diye boşuna dememişler. Hevesle aynı konuda yazı yazmak istedim. Yine başlığı ‘Sebil’in kapağındaki hoca’ olacaktı. Lakin gündem yoğunluğundan dolayı düştü ve Taha Kıvanç’ın pasını es geçmiş oldum. Lakin gündem de deveran ediyor ve yeniden aynı noktaya geliyor. Emevi Camiinin merhum İmamı Abdülhakim el-Müneyyer, Emevi Hatibi Muhammed Said Ramazan el Buti’nin vefatı münasebetiyle gündeme geldi. Taha Kıvanç nedense bu olayla birlikte Abdulhakim el Müneyyer’in hayatını bir kez daha hatırlamış oldu. Belli ki benzerlikler olduğu kanaatinde. Zira el Müneyyer’in çileli hayatı Şam rejiminin hocalara nasıl musallat olduğunu ve onları nasıl kullandığını gösteriyor. El Müneyyer bir evladını da Esat rejimine kurban vermiştir.
¥
Taha Kıvanç, Buti meselesini Abdulhakim El Müneyyer örneği üzerinden değerlendiriyor. Dilerseniz bir kısmını kendi satırlarından takip edelim: “Abdülhakim el-Müneyyer benim yaşadığım dönemde Emevi Camii’nin başimamıydı. Suriye’deki bağımsızlık hareketinin simge isimlerindendi. Kısa boylu olmasına rağmen atının üzerinde heybetli dururmuş o hareket günlerinde...

İsmi bir efsaneydi, ben tanıdığımda hayli yaşlanmış Hoca’nın... Günümüzün önemli bir bölümü birlikte geçerdi. Komşuyduk. Çatışma günleri dahil bütün namazlarını camide cemaatle kıldığı söylenirdi. Sabah namazına geçerken komşu kapılarına vurup uyandırır, namaz sonrası Hz. Peygamber’in hayatı(Siyer) dersini verirdi... Yaşlandığı için dıştan okunma gerektirmeyen öğle ve ikindi namazlarında öne geçerdi...
Uzun anlatıyorum, ama sebebi var.

Ortalık birden karıştı o günlerde (1979). Birkaç yıl sonra Hafız Esad Hama’da on binlerce insanın canını alacaktı; ama o sırada muhalefet henüz yeni yeni hareketleniyordu. Kulaktan kulağa askerlerle çatışmalar yaşandığı, 20 kadar askeri öğrencinin hayatını kaybettiği duyuluyordu.

Rejimin cevabı televizyonu kullanarak muhalefeti ‘kâfir’ ilân etmek oldu. Ülkenin adı duyulmuş ne kadar âlimi varsa hepsine mikrofon uzatılıyor ve ‘Ulul-emre itaat etmeyen kâfirdir’ dedirtiliyordu. Hoca, Abdülhakim el-Müneyyer, ilk gün hastalandı. Hayır hasta filân değildi, ama hastalandı işte.

Camiden evine kadar etrafa ‘Ben hastayım’ mesajını vererek gitti ve her vaktini camide geçiren Hoca birkaç gün evinden dışarıya adım atmadı. Neden kendisini hastalandırdığını biliyor musunuz? Televizyona çıkıp muhalefeti mahkûm eden konuşmayı yapmamak için... Üçüncü gün akşamı televizyon haberlerinde mikrofona istenen fetvayı verirken izledim bizim Hoca’yı... Hasta yatağında bile rahat bırakmamışlardı...

Anladığınızı sanıyorum: Suriye rejimi evvel eski âlimleri kendi haline bırakmaz; onları kendi çıkarı ve meşruiyet iddiası için sonuna kadar kullanır. Kullanım tarihi geçmişleri veya artık kendini kullandırmak istemeyenleri ise... Öldürmekte tereddüt etmez…”
¥
O günlerde Esat rejimi ulu’l emr vurgusu yapıyor ve Baas’a biat topluyordu. Özellikle de hocalardan. Benim de El Müneyyer’in hikayesine ilavelerim olacak. Lakin bu tarz vakalarda hemen Hucurat Suresinin altıncı ayeti aklıma düşer. ‘Fetüsibu kavmen bicehaletin ve fetüsbihu ala ma faaltüm nadimin’ denilmektedir.

Yani her sözü tasdik, insanı pişman olacağı zanlara veya yakıştırmalara götürür. Sebil dergisi 1970’li yılların en istikrarlı dergisiydi ve kapaklarını bazen ulema-i rüsum diye tabir edilenler yani saltanat alimleri ve düzen hocaları süslerdi. Bunlardan birinde, Fatma Girik’in gözlerine iltifat eden sözlerin sahibi CHP’li Diyanet İşleri eski Başkanlarından Lütfi Doğan, Sebil’e kapak olmuştu.

Bir defasında da yine Sebil’in kapağında Abdulhakim el Müneyyer hoca ile Hafız Esat’ı aynı karede gördüm. Taha Kıvanç’ın bahsettiği zoraki kare olmalı. Hafız Esat’ın planı, Sebil dergisi gibi dergiler üzerinden tutmuştu. Sebil gibi dergiler yeme gelmişlerdi. Hocalar Esat yandaşı gösteriliyordu.

Esat meşruiyeti için hocayı bulunduğu kare içine almıştı. Bosna Savaşı sırasında da Suriye’de bulunan Boşnak ulemayı çağırmış ve onlarla resmi televizyon kanallarında boy göstermişti ve onları aynı kare içine almıştı. Halbuki, Esat Sırp taraftarı idi. Lakin halkına hoş görünmek için Boşnak alimlerle ekranlara çıkmıştı. Onlarla tek kelam etmeden poz vermişti. Elbette Esat ailesine yakınlaşan ve kendilerine ulema-ı rüsum denilen alimler de çoktu. Ben, Buti’nin samimi olarak ve inanarak Esat rejimine destek verdiği kanaatindeyim. Bununla birlikte samimi dileğim bunun öyle olmaması yönündedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
30 Yorum
Mustafa Özcan Arşivi