M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Müslüman ‘Âqiller Şûrası

Müslüman ‘Âqiller Şûrası

Bu yazının bugün gündemde olan Âkil Kişilerle ilgisi yoktur. Onlar siyasî iktidar tarafından seçilmiş, Millî Mücadeledeki Hey’et-i Nâsiha’ların üyelerine benzeyen kişilerdir. Onlara bir vazife verilmiştir, bir misyonları vardır. İnşaallah Türkiyeye, halkımıza, devletimize (rejime veya siyasî iktidara değil) gerçekten hizmet ederler.

Bendeniz Müslüman `Âqil Adamlardan veya `Âqile kadınlardan bahs etmek istiyorum. `Âqil ve `âqile olmak için hangi şartlara, özelliklere, hasletlere sahip olmak gerekir?

Birinci şart sahih ve makbul itikada sahip mü’min veya mü’mine olmaktır.

İkinci şart, Şeriata uygun bir hayat sürmektir.

Üçüncü şart musalli veya musalliye olmaktır.

Dördüncü şart, yüksek ahlak ve karaktere sahip olmaktır.

Beşinci şart: Mal ve servetlerinin açık ve şeffaf olması, haram ve şüpheli gelirleri olmaması gerektir.

Altıncı şart: Riyasete, emanetlere, vazifelere, makam ve mevkilere talip olmamaları gerektir. Matlub=istenen olurlarsa, ehliyetleri yoksa kabul etmemeleri gerektir.

Yedinci şart: İslama, gerçeğe, halka yaptıkları hizmetler için ücret almamaları gerektir. (Harcırah=yolluk alabilirler)

Sekizinci şart: `Âdil, insaflı,hakkaniyetli olmaları gerektir.

Dokuzuncu şart: Geniş kültürlü, geniş ufuklu, tecrübeli, birikimli olmaları gerektir.

Onuncu şart: Asla dalkavukluk, yağcılık, yalakalık, yapmamaları gerektir.

On birinci şart: Tehevvürden ve cebanetten uzak olmaları, hikmetli bir secaate sahip bulunmaları gerektir.

On ikinci şart: Zamanın İmam-ı Kebirine, vicahen veya gıyaben biatli ve itaatli olması gerektir.

On üçüncüsü: Muhlis, sâdık, sâlih, mürüvvetli, taqvalı, kerim Müslümanlar oldukları için (inşallah) Allahın kendilerine tevfik ihsan ettiği müeyyed kimseler olmaları gerektir.

On dördüncüsü: Onların faziletlerini, doğruluklarını, adaletlerini bir kısım insaflı düşmanları ve karşıtları bile kabul ve teslim etmelidir.

On beşincisi: Mazilerinde, sicillerinde (Şeriat hukukuna göre) yüz kızartıcı suçlardan mahkumiyet bulunmamalıdır.

On altıncısı: Fâsık veya fâcir-i mütecasir (Büyük günahları açıkta ve açıkça, utanmadan arlanmadan, küstahça, meydan okurcasına) işlememeleridir.

On yedincisi: Cemaatçilik, hizipçilik, fırkacılık, grupçuluk militanlığı, fanatizmi ve holiganlığı ile mâlul bulunmamalarıdır.

On sekizincisi: Arivist olmalarıdır.

On dokuzuncusu: Kendileriyle ülfet ve ünsiyet edilebilin insanlar olmalarıdır.

Yirmincisi: Din sömürüsü yapmamış olmaları ve halen yapmamalarıdır.

Siyasî meseleler için söylemiyorum, yukarıda saydığım şartlara ve özelliklere sahip `âqil, sâlih, muttaki, muhlis, gerçekten mütedeyyin, çok yüksek ahlak ve karaktere sahip Müslümanlar aranmalı, bulunmalı ve onlara bir İslam Şûrasında hizmet imkanı verilmelidir.

Bu gibi derecesi yüksek kimseler `âqillik makamını kabul etmezler ama çok ısrar edilirse belki kabul edebilirler.

Bir İslam Şûrası oluşturmak için kaç kişi gerekir? Bendenize sorarsanız otuz üç kişi yeterli olur. Önemli olan kemiyet değil, keyfiyettir.

Hiç hatırdan çıkartılmasın: Müslüman `âqillere maaş ve ücret verilmez, ayrıcalık tanınmaz. Maaş isteyenlerin veya hizmeti esnasında şahsî menfaat temin edenlerin üyelikleri otomatik olarak düşer.

Bir soru: Sakın sen de kendini bu `âqillerden mi sanıyorsun? Böyle bir kuruntuya sahip olmaktan hayâ ederim… Ben kim, bunca hasletlere ve faziletlere sahip olmak kim… Böyle bir şûra kurulursa, bu fakir belki (gerekirse) katiplik falan yapabilir.

 

(İkinci yazı)

Fatihte bir Yatsı Namazı

30 Mart cumartesi… Evimden otomobille çıkıyorum. Sultanahmet Meydanı, bir ana baba günü. Peş peşe turist otobüsleri zor zahmet dar yolda ilerlemeye çalışıyor. Binlerce yabancı turistin yanında binlerce yerli turist. Başörtülü şalvarlı köylü hanımlar otobüsten inerek Sultanahmet Camii’ne seğirtiyor. Öbür tarafta mini etekli seksi dekolte kıyafetli yarı çıplak kadınlar… Ayasofya’nın yanından Gülhane’ye iniyoruz. Ahali seller gibi. Küçükpazar tarafına gideceğim. Yarım saat trafik sıkıntısı içinde bir dur bir kalk…

Hatırıma, insana dehşet veren bir konu geliyor. Büyük zelzelelerden önce yerin altındaki karıncaların hepsi toprağın üzerine çıkarlarmış.

İstanbul çılgın bir şehir… Çılgın kalabalıklar… Çılgınca betonlaşma… Otomobil selleri… Bilhassa cumartesi, pazar günleri Mısır Çarşısı’nın yanındaki Tahmis Sokağı’na girmeye kalkmayınız. Halk mıh çıkını gibi.

Eminönü’ndeki Valide Camii’nin önünden geçerken bir vatandaş gözüme çarptı; yanında hanımı ve çocukları, paketlerini yere koymuşlar, adam ayçiçeği çekirdeği yiyor, kabuklarını yere atıyor. Singapur’da yaşasaydı, bunu yapabilir miydi? Orada bir tek çekirdeği yiyip kabuğunu yere atan büyük ceza ödüyormuş. Böyle bir kirletme vakası polisin ve belediyecilerin gözünden de hiç kaçmıyormuş.

Yatsı namazını Fatih Camii’nde kıldım. Yanımda üç doktor dostum var. Avludan camiye giderken iki hanım selam verdiler. İkisinin de başları örtülüydü. Genç olanı “Ne olur benim ve kız kardeşimin hidayeti için dua buyurunuz” dedi. Bendeniz dua ehli değilim… Kızcağız üniversitede okuyormuş, baş açık geziyormuş, camiye gelirken örtünmüş.

Fatih Camii’nin son restorasyonu güzel ve başarılı oldu. Yerdeki yekpâre büyük halı hoş. İmam efendinin kıraati düzgün. Namazdan sonra restorasyonu yapan mimar beyle tanıştık.

Bir tatil günü Fatih Camii’ndeki yatsı cemaati maalesef azdı. Bu kadar kalabalık bir semtte böyle mi olmalıydı? Merhum Şeyh Muzaffer Ozak Efendi Hazretleri anlatırdı, Sultan Abdülhamid devrinde, Fatih Camii’nde vakit namazlarında ilk saflarda sarıklı cüppeli ulema ve müderrisler, onların arkasında yine sarıklı ve cüppeli medrese talebeleri… Önemli şahsiyetler, paşalar beyler muteber tacirler, esnaf… En arkada son cemaat mahallinde küçük esnaf, hamallar, vesaire olurmuş. Şimdi şehir yirmi beş misli büyüdü, cemaat caminin yarısını bile dolduramıyor.

Ayette ne buyruluyor: “…Onlar namazı yitirdiler ve şehvetlerine uydular…” Şehvet deyince sadece cinsel şehveti düşünmeyelim. Para ve mal şehveti… Zengin, daha zengin olma şehveti… Benlik, nefs-i emmare şehveti… Hubb-i riyaset şehveti… Gıybet ve dedikodu şehveti… Ene, ene, ene şehveti… En dehşetlisi de ene şehvetidir.

Namazdan sonra dostlarımızdan doktor Ali Bey’in devlethanesine gittik. Emin Saraç Hocaefendi ve başka muhterem hocalar vardı. Ev sahibi kerim bir zat, bize börekler tatlılar ikram etti. Geç vakitlere kadar sohbet edildi. Ana konu, ülkemizde birtakım reformcu, modernist, mezhepsiz, bid’atçi, dall ve mudil ilahiyatçıların Ehl-i Sünneti yakmaya yönelik propaganda ve çalışmaları idi. Maalesef siyasî iktidar bunlara fırsat ve imkan tanımaktadır.

Toplantıda hattat üstad Yusuf İzzeddin Sav Beyefendi de vardı. Bendenize kendi hatt-ı destleriyle “Ya Qavî” yazılı (Müsenna kûfi) çerçeveli bir levha-i garra hediye ettiler. Müteşekkirim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi