“Biz Kur’an’ı yok etmeye çalışıyoruz!”
Geride bıraktığımız hafta sonu, kendini ilim yoluna adamış bir koca çınarı daha ebediyete uğurladık. 12 yıl önce kaleme aldığı hatıratına “Ömür kısa, arzu çok, yaşım seksen bir. Önümde dağlar kadar hizmet var. Ben ise henüz işin başındayım.” cümleleri ile başlayan Ahmet Muhtar Büyükçınar hocaefendi, doksan üç yıllık hizmetini tamamlayarak Hakk’a yürüdü.
Kendisi ile bizzat tanışıp hayır duasını almak nasip olmasa da değme romanlara taş çıkartan ve “Bu kadarı da ancak filmlerde olur.” dedirten hayat hikâyesini okudum yıllar önce. Hocaefendinin, “Bugün kendim dahi tüm bunları nasıl yaşadığıma hayret etmekten kendimi alamıyorum.” dediği hayat hikâyesi, İstiklal şairi Mehmet Akif Ersoy’un dostluğunu kazanarak kendisinden istifade eden ve genç nesle yönelik gerçekleştirdiği sohbet toplantıları ile bir devre adını altın harflerle yazdıran merhum Mahir İz hocayı da heyecanlandırmış ve dudaklarından “Nihayet aradığım adamı buldum. Ezher’de okuyup gelmiş Ahmet Muhtar hoca namında bir zat, ilmi tedrisat ve hizmette tam benim arzu ettiğim metodu takip ediyor. Kendisi ile çok işler yapacağız. Bugün çok bahtiyarım!” sözleri dökülmüştür.
“Hayatım İbret Aynası”
Henüz bir yaşına gelmeden annesini kaybeden Büyükçınar’ın, dört yaşında teyzesinin şefkatinden de mahrum kalması ve hemen ardından babasının üçüncü evliliğini gerçekleştirmesi, hocaefendi için yıllarca sürecek çileli bir hayatın başlangıcı olmuştur. Sonraki yıllarını kendi ifadesiyle merhametsiz, cimri ve ilgisiz bir baba ile zalim bir üvey anne ve kendisini kaçak rakı imalatında çalıştıran ve hatta esrar sattıran bir dayı ile geçirmek zorunda kalan Büyükçınar’ın hayatı, sahipsiz, sevgisiz ve kimsesiz küçücük bir çocuğun her türlü yokluk ve yoksunluk içerisinden sıyrılarak tek başına ayakta kalmasının, azim ve kararlılıkla çalışıp bir İslam âlimi olarak ortaya çıkmasının destansı bir hikâyesidir.
Altı yaşından itibaren dokumacılık, sığırtmaçlık, bağ bekçiliği, çerçilik, kebapçılık, aşçılık, baklavacılık, marangozluk, hamallık ve ırgatlık yapan ve sık sık evden kaçarak kayıplara karışan Büyükçınar, on yedi yaşına geldiğinde gönlünü dolduran Kur’an aşkıyla her şeyden vaz geçip kendisini İslami ilimleri öğrenmeye ve öğretmeye adar. Kaçak olarak Halep ve Şam’a giden hocaefendi, bu şehirlerde iki sene eğitim alır. Daha sonra yurda dönen ve askerliğini yapan Büyükçınar, bu kez yasal yollardan Kahire’ye gider ve Ezher Üniversitesinde 12 yıl eğitim görür. Okul yıllarında Türk ve Arap öğrencilere özel dersler veren hocaefendi, aynı zamanda Aynü’ş-Şems Üniversitesi’nde de hocalık yapar. Tahsilini tamamlamasının ardından Ezher’de hoca olarak kalması da dâhil olmak üzere kendisine yapılan tüm cazip teklifleri reddederek 1962 yılında Türkiye’ye döner. O yıllarda Ezher diploması kabul edilmediği için, resmi bir görev alamaz. İlk hocasına verdiği sözü tutarak her isteyene ders verir ancak hiç kimseden ücret almaz ve 1977 yılına kadar ailesini baklavacılık, dokumacılık ve konfeksiyonculukla geçindirmeye çalışır. 1977 yılında 57 yaşında iken Diyanet İşleri Başkanlığının Haseki Eğitim Merkezi’nde “resmen” hocalığa başlayan Büyükçınar, 1985 yılında yaş haddinden emekliye ayrılır.
Ahmet Muhtar Büyükçınar’ın hayatının en dikkat çekici yönü, onca zorluğa, yoksulluk ve yoksunluğa tek başına direnerek kendi azim ve çabasıyla doğruyu bulup kendini ilme adamasına ve eğitimini tamamlamasının ardından kendisine geniş imkânlar teklif edilmesine rağmen asla ilmini maddiyata çevirmeyi düşünmemesi, diplomasının bile tanınmadığı kendi ülkesine dönerek hiçbir öğrencisinden ücret almadan dokumacılık ve baklavacılık yaparak hayatını kazanmaya çalışmasıdır.
Büyükçınar hocanın hayatında dikkat çeken bir diğer önemli nokta da bugün günahları bin bir bahane ile örtülmeye ya da hafifletilmeye çalışılan bir devrin, İslam’a ve Müslümanlara reva gördüğü zulüm ve bu zulmün Müslüman yüreklerde açtığı ve aradan geçen onca yıla rağmen halen kapanmayan yaralara bir kez daha şahitlik etmesi olmuştur. İslam’ı ve Kur’an’ı genç nesillere aktarabilmek için bin bir türlü meşakkate göğüs geren ve bir gün yatsı namazı sonrası kimselerin olmadığı bir saatte kahvehanede çaycıya Kur’an dersi verirken “yakalanan” hocaefendiye komiserin söylediği, “Biz Kur’an’ı yok etmeye çalışıyoruz, sen de bize meydan okuyarak çayhane adı altında burada Kur’an öğretiyorsun!” cümlesi, bir devrin, milletin temel değerlerine bakış açısını ve psikolojisini yansıtması bakımından oldukça manidardır.
Oysa onlar bilmiyorlar ki, bu mübarek topraklarda her şehirde, her köyde bir Büyükçınar var ve ebediyete kadar da olmaya devam edecek…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.