Mustafa Kemal de “Partili Cumhurbaşkanı” değil miydi?
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Haluk Koç, çeşitli programlara katılmak üzere dün Samsun’a gitmiş ve 19 Mayıs İlçe Teşkilâtı’nda partililere hitaben yaptığı konuşmada demiş ki;
“Başbakan Kırgızistan’da, Moğolistan’da, yani dış ilişkilerin yoğun olarak yaşanması gereken bir ziyaret çerçevesinde de CHP’yi aklından çıkaramıyor. Sürekli olarak CHP üzerinden yanıltıcı, yadırgatıcı açıklamalar yapmaya devam ediyor. Herhalde Kırgız ve Moğol muhatapları da şaşırıyordur bu açıklamalara.”
Peki, “Başbakan CHP’yi aklından çıkaramıyor” da, “CHP’liler Başbakan’ı akıllarından çıkarabiliyorlar mı?..”
ERDOĞAN’IN BAŞKANLIĞI
Hadi, habere bir bakalım...
CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi, dün Meclis’te gazetecilerin sorularını cevaplandırırken demiş ki;
“AK Parti’nin, Başkanlık Sistemi’ni revize ederek Yarı Başkanlık Sistemi önereceğine dair haberlere hiç şaşırmadım. Çünkü ABD’deki Başkanlık Sistemi, Obama’nın yetkileri, Sayın Başbakan’ı kesmez. Onunla mutlu olmaz. Orada sert bir kuvvetler ayrılığı vardır; yasama ile yürütme tamamen birbirinden ayrıdır. Ne Başkan Kongre’ye müdahale edebilir ne de Kongre Başkan’a müdahale edebilir.
Her ne kadar onların ilk modelinde ABD’deki Başkanlık Modeli’nden ayrılıp Türkiye Modeli olarak isimlendirilen bir model ortaya konulmaya çalışılmışsa da yine de Parlamento ve Başkan arasında kesin ayrımlar olan sistemdir.”
Fransa’daki “yarı başkanlık” sisteminin ise daha farklı olduğunu kaydeden Hamzaçebi, şöyle devam etmiş sözlerine:
“Türkiye Modeli olarak isimlendirilen bu modelde ise Sayın Recep Tayyip Erdoğan tamamen kendisini mutlak bir şekilde bütün gücün sahibi yapacak konuma getirmek istemektedir.
Bu kesinlikle yanlıştır, doğru değildir. Demokrasiye veda edilmesi demektir, haklara, özgürlüklere herkesin veda etmesi demektir.
Önerilen modele göre partili Cumhurbaşkanı olacak. O Cumhurbaşkanı partisinin genel başkanlığından ayrılmayacak, Başbakan’ı tayin edecek, bütün yetkilere sahip olacak ve Başbakan’ı tayin ettiği yetmezmiş gibi bir de Bakanlar Kurulu’na başkanlık edecek. Yani Başbakan, Cumhurbaşkanı’nın memuru olacak, herhangi bir müsteşar ve genel müdürden farkı olmayacaktır.
Başbakan şunu unutmasın;
Başkanlık hayalleriyle yatıp kalkıyor. Başkanlık onun rüyalarını süslüyor ama hiçbir şekilde Sayın Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’de Cumhurbaşkanı olamayacaktır. Bunu kesinlikle ifade ediyorum. Türkiye’yi bölünmeye doğru götüren, demokrasiyi, özgürlükleri rafa kaldıran, herkesin özel hayatına müdahale etme hakkını kendinde gören ve bu anlayışı kurumsallaştırmak isteyen bir Başbakan’a Türkiye ‘hayır’ diyecektir. Türkiye, Kürt sorununu da demokratik bir programla ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan olmadan çözecektir.”
Peki, buna; “Bu ne perhiz, bu ne turşu?” denilmez mi?..
Hadi, diyelim ki;
Başbakan Kırgızistan ve Moğolistan’da bile CHP’yi aklından çıkaramıyor, peki CHP; Başbakan’ı aklından çıkarabiliyor mu?..
İşte gördünüz;
İçinde “Başbakan”ın, ya da “Tayyip Erdoğan”ın geçmediği bir cümle kuramıyorlar!..
“Başbakan aşağı,
Başbakan yukarı!”
Tayyip Erdoğan’la yatıp,
Tayyip Erdoğan’la kalkıyorlar.
CAMBAZA BAK TAKTİĞİ
Tarhan Erdem’in ifadesiyle; “Öğleden Sonra Muhalefeti”nin hedefinde de, yine “Tayyip Erdoğan” var!..
Oysa, “için için kaynıyor”lar!..
Gazetelerdeki, “CHP’nin içi”yle ilgili haberler ve yazılar ortada:
“Kapalı grup toplantısında CHP’nin iki kanadı birbirine girdi. Kavganın sebebi, CHP’nin, Anayasa’nın başlangıç bölümü için “Türkiye Cumhuriyeti ahalisi” sözünü teklif etmesiydi... Barış sürecini destekleyen Sezgin Tanrıkulu da, hedefteydi. Ergenekon davasının müdahili olması eleştirildi... Şevki Kulkuloğlu, ona “ABD planlarının uygulayıcısı” dedi... Dilek Akagün Yılmaz ise, Tanrıkulu’yu “Amerikan ajanlığıyla” suçladı... Milletvekilleri birbirlerinin üzerlerine yürüdü. CHP’nin barış sürecine soğuk bakması, önemli ölçüde kendi iç çatışmasından kaynaklanıyor. Henüz parti içi sorununu halletmemişler ki, nasıl Kürt sorununu çözme teşebbüsüne girsinler?”
Manzara bu iken;
“CHP kurmayları”nın yapması gereken ilk şey “kendi iç sorunlarına” çözüm bulmak, eğer bulabilirlerse, sonra başka konulara kafa yormak olmalı değil midir?..
Ama CHP’liler;
“Cambaza bak” taktiği uygulayıp, dikkatleri “kendi içlerinden” uzaklaştırmaya, böylece “CHP’nin sorunu” yokmuş gibi göstermeye çalışıyorlar!..
Tabiî, ne kadar uğraşsalar da;
“Mızrak çuvala sığmıyor!”
AHMET İYİMAYA DİYOR Kİ!
Kaldı ki;
“Dikkatleri CHP üzerinden dağıtmak” amacıyla gündeme getirdikleri konular üzerinde de, pek fazla bilgi sahibi olmadıkları görülüyor.
Meselâ, bir CHP heyeti Şanlıurfa’ya gidiyor, “gezi programı”na “Selahaddin Eyyubi Hazretleri’nin türbesini ziyaret”i de alıyorlar ama Selahaddin Eyyubi Hazretleri’nin türbesinin, “Şanlıurfa’da değil, Şam’da” olduğunu bilmiyorlar!..
Aynen bunun gibi;
“Partili Cumhurbaşkanı” modeline karşı çıkıyorlar ama, Meclis Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya; Anayasa projesinin tamamına yakın bölümünde “mutabakat” sağlanması halinde, “Başkanlık Sistemi’ni gözden geçirebileceklerini” söyleyip, ekliyor:
“Fakat böyle bir uzlaşma gerçekleşmezse, hükümet sistemleri dışında kalan maddeler bakımından tamamına yakınında mutabakat sağlanmaması halinde hükümet sistemini Başkanlık Sistemi olarak sürdürmeyi bir tutarlılık gereği sayıyoruz. Türkiye’nin tecrübesi, yaşadığı sorunlar çerçevesinde önerdiğimiz Başkanlık Sistemi’nin sorun çözücü niteliğine ve karakterine inanıyoruz.”
Meclis’te gazetecilerin sorularını cevaplayan Ahmet İyimaya; bir gazetecinin “Partili Cumhurbaşkanı deniyor. Bugünkü sistemde Cumhurbaşkanı, partisiz cumhurbaşkanı mı ya da bu partili cumhurbaşkanı ne anlama geliyor” sorusuna şu cevabı vermiş:
“Bizim anayasa geleneğimizde Cumhurbaşkanlarının siyasetle bağının koparılması diye bir gelenek yok... Böyle bir kural yok... Hatta bugünlerde yaptığım incelemede 1930 yılında İstanbul İl Başkanlığı görevini yapan dönemin Darülfünun Terbiye Müderrisi İsmail Hakkı Baltacıoğlu ‘Taptığımız Atatürk’ adlı makalede, Büyük Atatürk’e Halk Partisi reisliğinden istifa etmesi gerektiği teklifini dile getirmiş... O dönem CHP; Cumhurbaşkanlığı ile parti başkanlığının bağdaşır olduğunu ortaya koymuştur. Bizim 1961 Anayasamıza kadar da böyle bir zorunluluk yoktu.”
ATATÜRK’Ü KIZDIRAN MAKALE
Ahmet İyimaya’nın özetle anlattığı olayın detayları şöyledir:
İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi Müderrisi ve Serbest Cumhuriyet Fırkası, yani SCF’nin İstanbul İl Başkanı olan İsmail Hakkı Baltacıoğlu; Yarın adlı gazetedeki makalesinde; “Fırka Reisliği” ile “Cumhurbaşkanlığı”nın birbirinden ayrılması gerektiğini ifade ediyordu... Baltacıoğlu “Taptığımız Mustafa Kemal” adlı makalesinde; “Taptıkları Mustafa Kemal”in Cumhuriyet Halk Fırkası Reisi olan değil, bütün Türk milletinin istiklâlini yaratan, gelecekte de Türk milletine ebedî rehber olan mutlak Mustafa Kemal olduğunu belirtmişti. Evet; Atatürk’ün tarafsızlığı için CHF Reisliği’nden ayrılmasını istemişti.
Mustafa Kemal, bu “tarafsızlık” çağrısından son derece rahatsız olur... “Çankaya sofrası”nda, Dr. Reşid Galib’ten, “İsmail Hakkı Bey’e cevap vermesi”ni ister...
1933 yılında Maarif Vekilliği yapmış olan Dr. Reşit Galib de, İsmail Hakkı Baltacıoğlu’na sert bir cevap verir.
Hakimiyet-i Milliye’de çıkan makalesine “Dalâlet” ismini veren Reşit Galib; Atatürk’ün “Cumhuriyet Halk Fırkası Reisliği’nden ayrılmasını” istemenin bir “dalâlet” olduğunu yazar...
Reşid Galib, İsmail Hakkı Bey’e, “Troya muharebesi”nden dönerken gemisi parçalanan Ajax’ın, sığındığı kaya parçasının üstünde ilahlara tehditler savururken dalgalara kapılarak boğulduğunu hatırlatır...
Asıl şaşırtıcı olan, İsmail Hakkı Bey sustuğu için küfürlerle dolu ikinci bir yazının yazılmasıdır...
Bilindiği; Dr. Reşit Galib, aslında devrimlerin tavizsiz bir destekçisi olan İsmail Hakkı Bey’i affetmeyecek, Üniversite Reformu’nda kadro dışı bırakılan yaklaşık iki yüz hocayla birlikte onu da açlığa mahkûm edecektir...
Bugün “Partili Cumhurbaşkanı” modeline karşı çıkan CHP’liler, kendi tarihlerinde yaşanan bu tartışmayı acaba biliyorlar mı?..
“Mustafa Kemal Örneği”ne mi karşılar, yoksa Tayyip Erdoğan’ın “İkinci bir Mustafa Kemal” olmasından mı endişe ediyorlar?..
VALİ, PARTİLİ OLUYOR DA!
Sadece bu mu?..
CHP döneminde “vali”ler bile “partili”, yani “CHP’li” değil miydi?..
Hep söylüyoruz ya;
Bugün Ankara’da bir “meydan”a adı verilen Nevzat Tandoğan, hem “CHP’nin Ankara İl Başkanı”, hem “CHP’nin Ankara Belediye Başkanı” ve hem de “CHP’nin Ankara Valisi” değil miydi?..
Demek oluyor ki;
“Devletin Valisi” olması gereken Nevzat Tandoğan, aynı zamanda “CHP’nin Ankara İl Başkanı” olabiliyor!..
Ne yani;
1940’larda “vali”ler, aynı zamanda “partili” olabiliyordu da, bugün “Cumhurbaşkanı” veya “Başkan” niçin “partili” olamasın?..
Gelin, Abdullah Gül’ü ele alalım...
Abdullah Gül, “AK Parti’nin kurucuları” arasında değil miydi?.. AK Parti, milletin oylarıyla “iktidar” olunca, Abdullah Gül “Başbakanlık” yapmadı mı?..
Aynı Abdullah Gül, şu anda “Cumhurbaşkanı” değil mi?..
Mevcut Anayasa’ya göre, Cumhurbaşkanı’nın elbette “tarafsız” olması gerekiyor... Tamam da, “geldiği yer” belli iken, Abdullah Gül için “tarafsız” diyebilir miyiz?.. Bunu dersek, kendi kendimizi aldatmış olmaz mıyız?..
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül;
“Kâğıt üstünde” elbette “tarafsız”dır, elbette “partisiz”dir!.. Ama, hiç kimse, onun “AK Parti kökenli” olduğunu inkâr edemez!..
Demek istiyorum ki;
Dün, “devletin valisi” olması gereken insanlar, nasıl “partili” olabilmişse; bugün de, “devletin başkanı” olacak kişiler, pekalâ “partili” olabilir!..
“Bile bile lâdes” yapmaya hiç gerek yok... “Fikir, görüş, ideoloji ve geldiği yer” belli olan bir adama, hâlâ “tarafsız” veya “partisiz” gözüyle bakılırsa, bunun adı “kafayı kuma gömmek” olur!..
CHP’liler, kafalarını kumdan çıkarsınlar da, 1930’lu yıllarda yaşanan “Mustafa Kemal’in başkanlığı” ile ilgili tartışmalara bir göz atsınlar!..
Tabiî, gözleri keserse!..
“AK Parti eriyor” ise, CHP niye panikte?
“Akil İnsanlar Heyeti”ne seçilen insanlar, “Türkiye’yi dolaşmaya” başladılar... İnşallah, “Ege Heyeti” olarak bizler de, bugün “sahada” olacak ve insanımıza “çözümün güzelliğini” anlatacağız.
Tabiî, bu “süreç”ten rahatsız olanlar da var...
MHP’yi anlıyorum da, 1990’da “Kürt Raporu” hazırlayan CHP, bu sürece niye karşı çıkıyor, anlayamıyorum.
CHP Grup Başkanvekili Umut Oran, dün gittiği Bartın’da demiş ki; “AK Parti; başkanlık, Öcalan’la yürütülen müzakere ve anayasa süreciyle paramparça olmuş durumda... Son yaptırdığımız kamuoyu yoklamasında Başbakan’ın Öcalan’la yaptığı pazarlığı, Türk halkının yüzde 65’i desteklemiyor. AKP’nin içerisinde de bu süreci desteklemeyenler var.”
Akil İnsanlar Heyeti’yle ilgili görüşü sorulan Oran, bu konuda da demiş ki;
“Biz, parti olarak Abdullah Öcalan’ı nasıl meşru görmüyorsak, Meclis’in dışından yapılan, atamayla oluşturulan akil insanları da meşru görmüyoruz ve ciddiye almıyoruz.”
İyi ya; bu süreç madem ki “AK Parti’yi eritiyor”, madem ki “halk süreci desteklemiyor”, bundan “CHP’nin memnun olması” ve hatta “ellerini ovuşturup” kenarda beklemesi gerekmez mi?..
Hem “AK Parti’nin eridiğini” söyleyeceksin, hem de “Süreç”ten rahatsız olacaksın!.. Demek ki, olay; “CHP’nin söylediğinin aksine”dir!..