“Yaptığını Din’e onaylatmak!..”
Ne vakitler geçti ne vakitler…
Darbeyi, muhtırayı, baskını, davayı, tehdidi, kodesi, bombayı, kaleşi, kalleşi gördük…
Dünya hızla değişti bu yıllar boyunca, dünyanın haritası hızla değişti, teknoloji baş döndürücü bir hızla ilerledi…
Sokaklardan çocuklar, mahallelerden komşular çekildi.
Bakkallar, nalburlar kapandı.
Hanımların çoğu iş hayatına atıldı, arkadaşlarımızın evlenecekleri bayanda aradıkları özellikler arasında “eve maaş getirme” de yer almaya başladı.
Sokaklar kalabalıklaştıkça insan yalnızlaştı.
Yapayalnız insanlar, ideal olarak “gemisini kurtaran kaptan!” yaklaşımını benimsemeye başladı.
“Üzümünü ye bağını sorma!” dendi.
“Yemek buldun ye, dert buldun kaç!..”
Kim, dünyevi menfaat kimdeyse ona yaklaşıyor ve dünyevi menfaat vaat etmeyenden anında uzaklaşıyor.
Varlıklı, en azından “bir emekli maaşı” gelen yaşlılara bakmak isteyen bulunuyor da; parasız pulsuz yaşlılar, “altlarını aldıkları” çocuklarına ağır geliyor!..
Bu niçin böyle…
Bize ne oldu?..
Her “kuş”un hakkını ayıran medeniyetin evlâtları, ne oldu da bu durumlara düştü?..
Böyle kendi halimde düşünüyordum…
Eski Diyanet Reisi Sayın Ali Bardakoğlu’ndan bir ses geldi.
“Peygamberler niçin gönderilmişlerdir?”
“İnsanoğlu, dünya hayatının çeşitli engebeleriyle, sorunlarıyla zaaflarıyla, iç dünyasındaki ve dünyadan gelen çeşitli etkilerle karşılaştı ve aklının, vicdanının, ruhunun çizgisini zaman zaman unuttu. Peygamberler de insanoğlunun fıtrî yaratılışını, fıtrî özelliklerini korumak, hatırlatmak için gönderilmişlerdir…”
¥
Aklıma yapıştı kaldı bu ifadeler…
Acaba bizler de, bugünün insanları olarak bizler de, “aklımızın”, “vicdanımızın” ve “ruhumuzun” çizgilerini mi unuttuk!..
¥
“Güven”…
Dedi ki;
“Müslümanlar, Hz. Peygamber’in sözüne ‘güvendikleri’ için, getirdiği kelâmın Allah kelâmı olduğunu beyan ettiği için Kur’an’a inanırlar. İnanmamızın, Müslüman olmamızın temelinde Peygamber Efendimiz’e olan ‘güven’imiz vardır.”
¥
“Söz!”
Dedi ki;
“Kur’an-ı Kerim sık sık; ‘Ey İnsanoğlu, Allah’a ‘verdiğin ‘söz’ü hatırla, aslından aldığın emaneti hatırla, bu senin omuzunda yüktür, sakın verdiğin ‘söz’e aykırı davranma!..’ uyarısı yapar.
Dünya hayatının meşgalesi ve dünya hayatının zevkleri, zaafları ve şartları içerisinde “söz”ümüzü unutmuştuk; peygamberler bize ‘söz’ümüzü hatırlattı!..”
¥
Ve dedi ki;
“İslam Dini tabiidir, fıtrîdir. Ancak hayat şartları bizi bazen suyun akışından dışarı çıkarıyor, bizi sarp yamaçlara götürüyor. Hayatımız tabii seyrinden uzaklaşıyor. Çoğu zamanda kendi ellerimizle yapıp etiklerimizle kendi hayatımızı zorlaştırıyoruz. Böyle olunca da o tabii ve fıtrî dindarlık zor bir ideal ve çetin bir yol olmaya başlıyor. Yeni bir sistemin ‘nesnesi’ oluyoruz. Suyun tabii mecrasının dışında, tabii akışının dışında hayat tarzları benimseniyor. Bazen de din kendi tabii seyrinden uzaklaştırılıp, başka kanallarda akıtılmaya zorlanıyor, bizden uzaklaşıyor. Yani bazen biz uzaklaşıyoruz, bazen de dinin algısı uzaklaşıyor.”
¥
“Yanlış” yapıyoruz bazen…
Ama…
“Ben yanlıştayım” dediğimiz pek olmuyor.
Çok farklı işler yapanların hepsi “doğru” tarafta…
Bu neden böyle?
Buna da cevap var:
“Kişi iyi dindar ise ve İslam’a uygun olmayan bir şey yapıyorsa, ya yaptığını ‘Din’e onaylatmak’ ya da yaptığını ‘terk etmek’ durumundadır. Yaptığımızı terk etmeyi pek yeğlemeyiz. Çoğu kez yaptığımızı dine onaylatma gibi daha kolay bir yolu seçeriz ve kendimize göre bir yol, bir yorum, bir tarz buluruz. Zengin ve çoktan seçmeli mirasımıza bu gözle bakarız ve geniş yelpazeden bir şeyler seçeriz, böylece kendimizi mutlu ederiz. Hem ‘Din’le barışık hem de tercihlerimizden vazgeçmemiş halde hayatımızı mutluluğumuzu kurmaya çalışırız…”
¥
Ben bitireyim:
“Ve çoğu zaman da kendimizi aldatırız!..”