Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Bir 23 Nisan daha yaşadık

Bir 23 Nisan daha yaşadık

“Güzel yurdum ellere bir mal gibi satıldı,

“Atamın gür kaşları birden bire çatıldı…
“Binerek bir hamlede şahlanan kır atına,
“Haykırdı ‘alçak’ diye sultanın suratına.
“Çarpsaydı damarında eğer halis Türk kanı,
“Satar mıydı Vahdettin keyfi için vatanı.
“Ne kollarımda zincir, ne boynumda tasma var,
“Başımda dalgalanan ay yıldızlı yosmam var.”
“Nasıl Türküz taşıp da coşmaz insan,
“Sevinin arkadaşlar bugün 23 Nisan.”
Yıllarca kafamda “keyfi için vatanını satan padişah” portreleri dönüp durdu. “Neden sattı”, “kaça sattı” gibi sorular kafamı keşmekeşe çevirdi.
Başöğretmenime göre, her şey son derece yalındı: “Vahdettin vatanı satmış, Atatürk ise geri almış”tı. “Atatürk bizi kurtarmasaydı, şimdi İngiltere’nin esaretinde bulunacaktık!”
İyi ama biz kurtuluş savaşımız boyunca İngiltere ile hiçbir cephede savaşmamış, İngiltere’yi hiçbir cephede yenmemiştik ki! Nasıl gelmişlerse öyle gitmişlerdi…
Bu noktaya bir “mim” koymaktan kendimi alamamıştım.
Yine de şiirin en rahatsız edici bölümü “Çarpsaydı damarında eğer halis Türk kanı/ Satar mıydı Vahdettin keyfi için vatanı” şeklindeki mısralardı…
Acaba “halis Türk kanı” nasıl olurdu?..
Acaba aynı ülkenin vatandaşı olan Lazların, Kürtlerin, Çerkezlerin, Abazaların, Romanların kanı “halis” miydi, değil miydi? Bir kanın “halis” olmadığı nasıl anlaşılır, hangi araştırmalardan geçirilirdi?
Çözemedim gitti, kafasında muammalarla dolaşan bir çocuk oldum bu yüzden.
Sultan Vahideddin’in neden “hain” sayıldığını defalarca Başöğretmenime sormama rağmen, tehdit dışında cevap alamadım. Ona göre her şey netti: Atatürk öyle diyorsa, öyleydi…
Ama bugünün tarihçileri iç politikaya yönelik olarak söylenmiş o sözlere fazla rağbet etmiyorlar. Atatürk’ü Samsun’a Sultan Vahideddin’in gönderdiğini, Bandırma Vapuru’nun “çürük-çarık, pusulasız, haritasız, ışıksız” olmadığını çoktan beridir sağır sultanlar da biliyor…
“Vahideddin hain değildi” diyenlerin de sayısı çok arttı. Ona bakarsanız, Sayın Devlet Bahçeli de Sayın Erdoğan’a sık sık “hain” diyor, ama hiçbir ehl-i insaf bu hükmü doğrulamıyor.
Sultan Vahideddin’e “hain” denmesinin en büyük gerekçesi Sevr’i kabul etmiş gibi gösterilmesiydi. Oysa ne hükümet kabul etmişti bu dayatmayı, ne de Sultan Vahideddin…
Gerçi Türk heyeti, Sevr (Fransızcası: Le Traité de Sèvres) dayatmasını 10 Ağustos 1920’de Fransa’nın başkenti Paris’in üç kilometre kadar batısında bulunan Sevr banliyösündeki Seramik Müzesi’nde (Musée National de Céramique) o günün şartlarında parafe etmişti. Ancak yürürlüğe girmesi Meclis’in onayını gerektiriyordu. Oysa Meclis-i Meb’usan, İşgal Kuvvetleri tarafından dağıtılmış, kimi tutuklanmış, kimi saklanmak zorunda kalmıştı. Yani İstanbul’da seçilmiş bir Meclis yoktu.
Ankara Hükümeti ise Sevr’i kabul etmedi. Bunun üzerine İngiliz baskısıyla İstanbul’da alelâcele bir “Şura-ı Saltanat” oluşturuldu ve onun kabulü sağlandı. Ancak hiçbir hukuki dayanağı yoktu. Dolayısıyla Sevr’i tasdik etmesi bir şey ifade etmiyordu.
Zaten Padişah da imzalamadı. Böylece Sevr bir “proje” olarak kaldı (Nutuk’un ilk baskılarında Atatürk de “proje” olarak söz etmiştir, ancak sonraki baskılarında nedense “antlaşma” olarak değiştirilmiştir).
Son söz olarak şunu da eklemeliyim: Birinci Dünya Savaşı’nın mağlupları arasında, galip devletlerin dayatmalarını reddeden tek devlet Türkiye’dir...
Ne var ki, esasa taalluk eden bu ayrıntılar geniş kitlelere ulaştırılmadığı, kasten geçiştirildiği için Sultan Vahideddin hâlâ “vatan haini” olarak tanımlanmaktadır.
Bu damgayı tarih doğrulamıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi