Osmanlı nasıl istihbarat yapardı?
Bir süre önce Sayın Başbakan’ın bürosunun dinlendiğinin belirlenmesi, istihbarat konusunu yeniden gündeme getirdi.
Doğrusu benim açımdan kışkırtıcı da oldu. Osmanlı istihbaratı konusunda pek çok soru aldım.
Osmanlı Devleti de dinleme yapar mıydı, iç ve dış istihbarat nasıldı, vesaire? Son derece geniş olan bu konuyu özetlemeye çalışayım…
Doğrudan istihbarat: Padişahlar zaman zaman kılık değiştirerek halkın arasına karışır, bilâvasıta, yani aracı kullanmadan halkın halini-ahvalini öğrenmeye çalışır, moda deyişle halkın nabzını tutarlardı.
“Ayak Divanı” da halkın nabzını tutmaya yarayan başka bir modeldi. Padişah, üst düzey yöneticilerle birlikte sarayın bahçesine çıkar, ülkenin dört tarafından gelmiş halk temsilcileriyle bizzat görüşüp şikâyetlerini dinler, dilekçelerini alırdı.
2. Doğal İstihbarat Merkezleri: Osmanlı zamanında faaliyet gösteren tekke ve zaviyeler, her dinden ve dilden çokta misafir ağırlamaları sebebiyle, “doğru insan” yetiştirmenin yanı sıra, “Doğal İstihbarat Merkezleri” işlevi de görürlerdi. Hanları da bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.
Ayrı milletlerden tüccarların geldikleri yerlerdeki hayata ve yönetimi ilişkin pek çok sır verdikleri biliniyor. Bunlar ortak bir mekânda ağırlanır, sohbet kıvamına getirilip ağızlarından lâf alınır, nihayet istihbarat toplama amacıyla kurulmuş olan en yakın “Menzil”e ulaştırılır, orada kaba bir analizi yapıldıktan sonra, ulaklar tarafından Başkent’e gönderilirdi.
Mahalle imamları da mahalleye gelen giden konusunda istihbarat toplayıp belirlenen merkeze ulaştırmakla yükümlüydüler (II. Mahmud’a kadar).
Ayrıca dışarıdan gelen ressamlar, gezginler ve sanatçılar da bilerek yahut bilmeyerek ülkeleri hakkında bilgiler verirlerdi.
3. Menzil Teşkilâtı ve ulak: İstihbarat toplama amacıyla kurulan teşkilata “Menzil Teşkilatı”, haber getirip götürenlere de “ulak” denirdi. Ulaklar çok hızlı hareket eder, haber götürüp getirirken, bazen at çatlatırlardı. “At çatlatma” tabiri buradan gelmedir.
Casuslara “çaşit”, “martalos” (zaman içinde martaloz, martoloz, martuluz, martilos, martulos gibi isimler almıştır) ve “Voynuk” denirdi.
İlk Osmanlı mantalosu, Bizans tekfurları (askeri valiler) tarafından, bir düğün bahanesiyle öldürüleceğini Osman Gazi’ye haber veren ve bu haber sayesinde hem Osman Gazi’nin hayatını kurtarıp hem de Yarhisar ile Bilecik Kalelerinin fethine vesile olan Harmankaya Tekfuru Köse Mihal Bey’dir (sonradan Müslüman oldu, büyük işler yaptı ve “Mihal Gazi” ismiyle tarihimize geçti).
4. Osmanlı’da casusluk çeşitleri: Osmanlı asırlarında dönem dönem farklılık göstermekle birlikte, genel olarak casusluğu üç sınıfta incelemek mümkündür…
a) Gönüllü casusluk;
b) Ulufeli (ücretli) casusluk;
c) Dil (esir) alma yöntemi…
İlk ikisi isimlerinden belli olduğuna göre, “dil alma” yöntemini kısaca açıklığa kavuşturalım. Kuşatılan, ya da kuşatılması düşünülen bölgeden esir (dil) alınır, çeşitli yollarla (buna makam-mevki ve para vermek dâhildir) konuşturulur, strateji buna göre tespit edilirdi.
Bazen de Müslümanlığı bırakıp Hıristiyan olduğunu söyleyen bir grup fethi düşünülen kaleye sığınır, topladıkları istihbaratı beylerine gönderirlerdi.
Fatih Sultan Mehmed’in, İstanbul kuşatması öncesinde, gerçekte Müslüman olan Hıristiyan görünümlü 40 martalos kullanıldığına dair tarihi kayıtlar var.
Yine de istihbarat toplamaya en fazla önem veren padişah Yavuz Sultan Selim’dir. Etkin bir istihbarat teşkilâtı kurulmasını teklif eden Sadrazam Piri Mehmed Paşa’ya yetki vermiş, o dönemde Mısır ve İran Osmanlı casuslarıyla dolmuştur.
Yavuz Sultan Selim’in, Saint-Jean Şövalyeleri’nin elinde bulunan Rodos Adası’nda etkin bir “İstihbarat Ağı” oluşturulduğunu, başına da din değiştirip Hıristiyan olduğunu söyleyen bir Yahudi hekim getirdiğini biliyoruz.
Konu sandığımdan da uzun çıktı. Münasip bir vakitte devam ederiz inşallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.