Topluma ince müdahale
Önceki gün önemli bir yüksek yargı mensubuyla teferruatlıca sohbet etme imkanımız oldu.
Makamında görüştüğüm üst düzey yargıç, 12 Eylül Referandumu’ndan övgüyle bahsettikten sonra yüksek yargıdaki normalleşmeden duyduğu memnuniyeti anlattı uzun uzadıya.
Söze, “Yüksek yargıda önemli gelişmeler var” diye girdikten sonra bu çerçevede şu değerlendirmeyi yaptı: “Görev süremde 7 ayrı hükümet gördüm. Ne günlerdi öyle; senin adamın benim adamım günleri. Tabi bu rövanşist geleneği Seyfi Oktay ve Mehmet Moğultay başlattı. Kadrolaşma ve müdahaleler sürüp gitti. Ancak bu dönem siyasilerin yargıya en az müdahale ettiği dönem. Seçimle yapılan atamalar bizi rahatlattı. Bazı eksiklikler var ama normalleşiyoruz.”
Gerçekten de öyle…
İyiye gittiğini görmemek için art niyetli olmak gerek…
Eski dönemde olumsuz haberler art arda gelirdi.
Şimdi durum farklı, pozitif haberler daha fazla.
Özellikle kamuda başörtüsü yasağını ortadan kaldıracak içtihat niteliğinde çok net kararlar verdi Danıştay…
Bu kararlarda başörtülülerin iş hayatının engellenmesinin Anayasal bir suç olduğu, insan hakkı ihlali kapsamında değerlendirildiği açıkça belirtildi.
Bu yöndeki örnek kararları çoğaltabiliriz.
Yine yüksek yargının en tepe ismi olan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın manifesto niteliğindeki açıklamalarını takip ettiniz.
Başkan Kılıç’ın “insan onuru”na yaptığı özel vurgu ve belirttiği kırmızı çizgi öngörülen yeni anayasa için bir yol haritası niteliğinde aslında…
Velhasıl ülkemizde maddi anlamdaki ve yüksek yargıdaki olumlu gelişmeler sevindirici.
Ancak işin bir de alt mahkemeler ve manevi boyutu var.
Çoktandır toplumdaki çözülmeye değinmek istiyordum.
İşte bu konuda Isparta Adliyesi’nde hakimlik görevi yapan bir okuyucumun çok önemli tespitleri var.
Toplumdaki bozulma ve hukuki sorunlara dair rapor niteliğinde, sayfalar dolusu bir klasör oluşturmuş.
Gönderdiği mektupta yozlaşma ve dejenerasyona adeta isyan ediyor.
Paylaştığı öyle vakalar var ki; insanın kanını donduruyor. Sorumlu gazetecilik gereği insanı dehşete düşüren bu vakaları ve istatistikleri yansıtmamız mümkün değil.
Zaten Hakim bey de medyanın bu tür haberleri veriş biçiminden bir hayli muzdarip ve bu konuda şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Sureti hak görüntüsü altında ince müdahaleler yapılıyor. Topluma zehir enjekte ediliyor. Biliyorsunuz son zamanlarda medyada aile içi şiddet, erkeğin karısına karşı şiddeti fazlasıyla yer almaya başladı. Öyle ki aile içi şiddet haberlerine hemen her gün gazetelerde yer veriliyor. Bunun üzerine 6284 Sayılı Aileyi Koruma ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun çıkarıldı. Kanunu tetkik ettiğinizde kadın lehine birçok düzenlemenin yer aldığını görüyorsunuz. Dışarıdan bakınca kadına birçok hak vermiş gözüküyor öyle ki kadın kocasını şikayet ettiğinde hiçbir delil aranmaksızın kocası aleyhine tedbir uygulanabiliyor. Kadın başka bir yerde barınabileceği gibi kocasını evden uzaklaştırmak ve gelirinin bir kısmını kadına vermek mümkün. Kadını koruyan birçok madde var artık. Bundan sonra şiddet olmaz diye düşünüyorsunuz. Oysa tam tersi oluyor. Televizyon dizileri, reklamlar, magazin programları lüks tüketimi pompalıyor. Bir yerde asgari ücretle çalışan bir kocadan, karısı İtalyan porselen takımı istiyor. Alamayınca tartışma çıkıyor, huzursuzluk yaşanıyor. Kadın akabinde kocasını şikayet ediyor. Adamı hakimin huzuruna çıkarıyorlar, hakim iki ay evden uzaklaştırma tedbiri uyguluyor. (Gazetelerdeki şiddet haberlerini de okumuş) Adam eve yaklaşırsa altı ay hapis cezası alacak. Bu durumda şerefli bir adam oradan doğru boşanmak için ya avukata gidiyor ya da karısını vurmaya. Bakın bu kanun çıktıktan sonra boşanma davalarında hızlı bir artış oldu, aileler parçalandı. Aileyi koruma kanunu aileyi parçalama kanununa dönüştü. (Aile hakimliği de yaptım ve mahkemeye yansıyan müşahhas hadiseden örnek verdim) Bir misal daha vereyim. Adam karısıyla yolda yürürken birisi gelip karısını taciz ediyor. Adam şikayetçi oluyor. Mahkeme tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıyor. Adam ertesi gün bakıyor ki karısına saldıran şahıs aynı yerde yürüyor. Bu sefer cebindeki bıçakla adamı bıçaklayarak öldürüyor. Şimdi bu olayın mağduru kim? Ölen mi? Öldüren mi? Kaos böyle oluyor işte.”
Yeni düzenlemelerin getirdiği kaos ortamını ve milli değerlerimizden kopuşu da şöyle özetliyor Hakim bey:
“Bu sene baktığımız işlerin sayısı geçen sene gelen iş toplamından yüzde yirmi daha fazla. Bu her sene artıyor. Beş-on sene önce bir mahkeme yeterli iken şimdi üç mahkemeye ihtiyaç duyuluyor. Bu sene bize gelen işlerin yüzde yetmişi ahlaki suçlar, cinsel saldırı suçları. Mahkemelerden mağdurları tatmin edecek kararlar çıkmadığı gibi tutuklamaların önüne geçilerek mağdurlar bir kez daha mağdur ediliyor. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve denetimli serbestlik gibi kurumlarla ceza kanunları işlemez hale geldi. Cezaevlerindeki doluluk sebebiyle böyle yollara tevessül ettiler. Fakat tam tersi oldu. Suçu ve suçluyu teşvik eden bu sistem hızlı bir dönüşümle cezaevlerini eskisinden daha çok doldurdu. (85.000 sayısında tıkanmış iken şimdi 130.000’e dayandı) Kartal’a dünyanın en büyük adliyesini yapmış olmakla övünüyorlar. Adliye sarayının büyüklüğü problemin büyüklüğünü gösterir. Sistem iyi işlemiyor demektir. Osmanlı adalet sisteminde Kadı’nın yargılama yaptığı mekan dahi yoktur. Dünyanın en küçük adliye sarayını yapmalı ve hakimlerin bu adliyelerde işsizlikten canı sıkılmalı. İşte marifet budur. Şark hukuk mantığını işletmemiz lazım.”
Şark hukuk sisteminin “masonlar” tarafından sinsice çökertilişine dair de ilginç görüşleri var Hakim beyin… Bu mesele de bir başka yazıya inşallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.