Anayasa Mahkemesi 27 Nisan'ın izinde
27 Nisan'cıların derdinin hülasası şuydu: 'Başörtüsünün çankaya Köşkü'ne çıkması dünyanın sonu olur. İlahi korolarındaki kız çocuklarının başlarındaki örtüleri bile çekip atmak lazım. İptal edilen bir Kur'an okuma yarışmasının yaydığı büyük tehlikeye de bu vesile ile dikkat çekmek isteriz. Kutlu Doğum Haftası etkinliklerine katılan devlet memurlarına mim koymayı da ihmal etmiyoruz tabii. Bu korkunç gidişin sorumlusu olan AKP Hükümeti ya ayağını denk alır ya da biz ona yapacağımızı biliriz!'
Türkiye'de fena halde eğreti duran akıl almaz bir laikçi asabiyet, değil mi? Hani İsmet özel “Binlerce yılın yabancısı bir ses” diyor ya, tam öyle bir şey. Bu ülkenin, bu milletin gerçeklerinden alabildiğine kopukluğun dramatik bir ifadesiydi 27 Nisan Muhtırası. çok şükür, 'kuvveden fiile' çıkamadı; milletin 22 Temmuz Muhtırası karşısında un ufak oldu. Ama un ufak olana kadar memleketi gerim gerim gerdi, hepimizin enerjisini boş yere tüketti. Halbuki bu 'anakronik' muhtıranın asla ciddiye alınmaması, onu kaleme alanların ise ciddiyete davet edilmesi (ve bu davete icabet etmemeleri halinde ciddi işlerden el etek çektirilmeleri) icap ederdi.
İmdi: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın AK Parti aleyhindeki iddianamesi de 27 Nisan Muhtırası gibi bir şeydi. 'üniversitelerdeki başörtüsü yasağını kaldırmaya teşebbüs ettiler, Başbakan Erdoğan başörtülü bir kıza telefon açtı, AKP'li bir belediye başkanı Hz. Muhammed'le ilgili kitaplar dağıttı, binaenaleyh Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kapatılması lazım' diye iddianame mi olur? Oldu işte. Anayasa Mahkemesi de bu iddianameyi elinin tersiyle iteceğine öpüp başının üstüne koydu, “binlerce yılın yabancısı bir ses” niteliğindeki suçlamaları ciddi ciddi değerlendirmeye aldı ve neticede AK Parti'yi “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olduğu gerekçesiyle mahkum etti. Tamam, partiyi kapatmadı, ama suçlamaların yerinde olduğuna kanaat getirerek AK Parti'nin devletten aldığı yardımı yardı yarıya kesti ve uygun bir konjonktürde partiyi kapatabileceğinin işaretini verdi. Böylece 27 Nisan Muhtırası'ndaki laikçi asabiyet kısmen de olsa 'kuvveden fiile' çıkmış oldu.
Anayasa Mahkemesi'nin bu karara imza atan 10 üyesine sormak isterim: Cumhuriyetin ilk yıllarında Diyanet İşleri Başkanlığı kurduğu ve Elmalılı Hamdi Yazır'a Kur'an tefsiri yazdırdığı için CHP'ye de ceza vermeyi düşünür müsünüz? Bir şey daha: üniversitelerdeki başörtüsü yasağını kaldırma teşebbüsünü bile 'devlet düzeninin dini kurallara uydurulması' kapsamında değerlendirip suç olarak gördüğünüze göre, dini bayramların laik Türkiye Cumhuriyeti'nde resmi tatil olmasını içinize sindirmeniz ve buna uymanız mümkün olmasa gerek. Ramazan ve Kurban bayramlarında tatil yapmıyorsunuz, değil mi? Yapıyorsanız çok ayıp!
Hülasa-i kelam: Bu işlerin 'kritiğini' Anayasa Mahkemesi'ne bırakmamak lazım. Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç da öyle diyor zaten. AK Parti Hükümeti şimdi partiyi kapatmadılar diye Anayasa Mahkemesi'ne ve genel olarak 'sistem'e minnet kompleksine girip bunları doğru dürüst bir reformdan geçirme vazifesini yerine getirmekten imtina ederse yazık olur.