Oybirliğiyle altıya beş kapatılmamasına…
Anayasa Mahkemesinin kapatma davasını sonuçlandırma biçimi dahiyane ve hatta şairane bir oy kompozisyonu ortaya koydu. Bütün detaylar düşünülmüş ve Türkiye'de iki yıldır süregelen tartışma ve gerilimlerin hepsini birden gözetmeyi başaran, dolayısıyla hem herkesin açlığını yatıştıran hem de hiç kimseyi tam doyurmayan bir karar çıktı.
Böylesine ince bir kararın mahkeme üyeleri arasında oluruna bırakılmış bir oylama ile çıkmış olması mümkün değil. Bu üzerinde ancak bütün üyelerin mutabakatla çalışarak oluşturabilecekleri bir kompozisyondur. Mustafa Karaalioğlu karardaki bütünlüğü anlatmak için “11 üye yok da tek üye varmış gibi düşünülüp tasarlanan ve açıklanan bir karar” derken çok haklı. Gerçekten de üyelerin karara katılımı, mahkemenin alışılagelmiş 9'a 2 dağılımının sergilemesi beklenen tutumların doğal bir tartışma veya çekişmesinden ziyade, üyelerin hepsinin birden, oybirliğiyle iştirak ettikleri bir dağılım ortaya koymuş gibi. Yani kompozisyonun altıya beş şekillenmesi de, bu dağılımda kimin hangi tarafta yer alacağı da, mesela Sacid Adalı'nın odak olma yargısına katılması ve para cezası isteyen tarafta yer alması da mahkemenin oy birliğiyle aldığı bir karar gibi görünüyor.
Mahkeme bu kararıyla bir hukuk içtihadından ziyade, bir siyasi tartışma veya müzakerenin anlamlı bir modelini sergilemiştir. Bir tür kurucu parlamento gibi çalışmış, bu siyasi krizden çıkış için kendince başarılı sayılabilecek bir yol bulmuştur. Bu yol hukuk muhakemelerinden değil, tamamen siyasi müzakerelerden geçmiştir. O yüzden bu karar üzerine iddianamede yer alan delillerin ne kadar geçerli olup olmadığı veya savunma sürecinin kimi ne kadar ikna edip etmediği üzerinde bir tartışma yapmak tamamen anlamsızdır.
AYM birçok durumda kendini anayasayla bile kayıtlı görmeksizin siyasetin gündemindeki meselelere bir gölge meclis gibi katılıyor. Bütün meseleler, hukuktan ziyade siyasi anlam ve sonuçlarına göre değerlendirilip yeniden oylanıyor ve alınan karara göre hukuki bir gerekçe ya bulunuyor veya bulunamıyor. Bulunamıyorsa zaten mahkemenin kararı bir sonraki durumlar için kendisi bir yol oluyor. Kendine açtığı her yol siyasal alanın üzerinden geçiyor ve ciddi bir trafik karmaşasına yol açıyor.
Daha önce 367 kararını alabilmiş olan Mahkemenin tamamen siyasi olan sonucu ancak siyaseten kuşatılmak suretiyle telafi edilebildi. 22 Temmuz seçimleri bir bakıma AYM ile AKP arasında gerçekleşmedi mi? Başörtüsü yasağını kaldıran Anayasa düzenlemesini de yine tamamen siyasi mülahazalarla, bir yasa koyucu gibi davranarak iptal ettiğinde Türkiye'nin artık ertelenemeyecek aciliyette ciddi bir AYM sorunu olduğu iyice açığa çıkmış oldu. Kapatma davasında kapatma kararı vermemiş olması belki Türkiye'yi rahatlatmıştır ama siyasetin önünde ciddi ve acil bir sorun olduğu gerçeğini değiştirmemiştir. üstelik bu kararıyla bile bu gerçeği daha da pekiştirmiştir.
Mahkemenin önüne gelen bütün meselelerde olağan sayılan 9/2'lik oy dağılımı tam da tek başına AKP'ye isnat edilen çoğunluk diktatörlüğü suçlamasını kendi örneğinde haklı çıkaran bir yapı ortaya çıkarıyor. Bütün işaretler şunu gösteriyor ki, Kapatma davası tam da fire vermesi mümkün görünmeyen bu dağılımdan cesaret bulunarak açılmıştı.
Kapatma kararı çıkmamış olması kimilerini büyük hayal kırıklığına uğratsa da oy dağılımındaki ince işçilik, kapatma konusunda cesaretlendirilmiş kesimlere bir teselli payı da içeriyor. Kapatma kararının çıkmamış olması, kim ne derse desin mahkemenin önceden düşünüldüğü gibi kararının belli olmadığını ve gerçekten de kararını hukuki mülahazalara göre verdiğini göstermiyor. Hiçbir hukuki dayanağı olmayan bir iddianameyi ciddiye alarak siyaset dışı unsurları bu kadar zaman cesaretlendirmiş olması ve yine sonuçta hangi mülahazayla olursa olsun kapat(a)madığı partiyi laiklikten odak sayması AYM'nin meşruiyet sorununu daha da artırmıştır.
AYM “kapatmama” çizgisine AK Parti'yi “laikliğe karşı odak” töhmeti altında bırakmak şartıyla çekilmiştir. Kararlarını tamamen siyasi olarak alan AYM'nin kapatma kararını vermekten men eden de yine siyasi mülahazalar olmuştur. Açıkçası bir kapatma kararının muhtemel (siyasi, toplumsal, ekonomik) sonuçları göze alınamamıştır. Herkes için felaket olabilecek olan bu sonuçların ciddiyetini önceden göstermeyi başaran da, hakkını teslim etmeliyiz ki, bu süreci büyük bir soğukkanlılıkla yürüten başbakan Erdoğan'ın liderliği olmuştur.
Dolayısıyla herkes tarafından bir siyasi organ olarak görülen AYM'nin AKP'yi laiklik konusunda yargılamış olmasının da fazla bir önemi yoktur. Bu konuda Türkiye'de ciddi bir uzlaşma sorunu var zaten ve daha geniş kamu vicdanı bu konuda AYM'ni değil AKP'yi aklayacak durumdadır. AYM'nin laiklik anlayışı bu konuda ülkenin önünü açabilecek bir içtihat geliştirme konusunda ülkenin ihtiyaç duyduğu çağdaş seviyenin çok gerisindedir.
Bu sorunun üstesinden de geniş katılımlı bir toplumsal sözleşme arayışından geri durmayacak bir siyaset gelecektir.