Huzur İçin Demokrasi Kaldırılmalıdır
Ali İlbey
[email protected]
Şiddete ve anarşiye açık sokaklarda her an gasp edildiğimiz, bir halk otobüsünde seyir hâlinde iken atılan molotof ateşiyle yanarak öldüğümüz, en işlek caddede bir tinercinin bıçağına muhatap olduğumuz, alkollü bir insan canavarının trafik cinayetine kurban gittiğimiz kötü bir hayatın kaynağı demokrasidir, demokrasinin mesuliyetsiz ahlâkıdır.
Bu ülkede rezalet ve zina ihtiva eden film, sinema ve televizyon vasıtasıyla her türlü fuhşî faaliyeti telkin eden, Müslüman insanın ahlâk ve yaratılışına aykırı dernekler kurarak sanat adı altında faaliyet ve gösteriler yapan, alkol kullanarak trafik cinayetleri işleyen, sahillerde ve umuma açık alanlarda çıplak ve dekolte dolaşarak cinselliği azdıran, İslâm’ın vecibelerinden oluşan içtimaî değerlere saygısızlık eden, caddelerde silah kullanarak masum insanların ölümüne sebep olan, yol keserek vatandaşı sokak ortasında gasp eden, apartmanlarda köpek besleyerek insanları rahatsız eden bütün sosyetelerin, anarşistlerin, marjinallerin, magandaların, kırık ayakların, artistlerin fiillerine asla göz yumulmamalı, ânında bastırılmalıdır.
Müslüman ahlâkına ve insanî ölçülere aykırı her istek ve davranışa, her siyasî anlayış ve düşünceye fırsat ve izin veren demokrasi derhal kaldırılmalıdır. Gayr-ı müslimler dinî gelenek ve düşünceleriyle sınırları belirlenen ölçüler içinde yaşayabilirler. Müslümanlar da dahil, gayr-ı Müslimler, dinsizler, marjinaller, ne idüğü belirsiz gruplar gayr-ı ahlâkî faaliyetlerini ulu orta her yerde icra edemezler, toplumun geneline gösteremezler ve telkin edemezler.
Batı tarzı “demokrasi” kaldırıldığında sokağa çıkıp eylem ve gösteri yapmak yasaklanacak ve herkes işine gücüne bakacak. Düşüncesini ve isteğini sözle, dille, yazıyla söylemeyip sokakları savaş meydanına çeviren, kamuya zarar veren, kaldırım taşlarını söküp dükkân ve araçları tahrip eden, vatandaşı korkutan, polisi “zor” kullanmaya mecbur eden bütün anarşistler ve eylemciler kararlı bir şekilde derdest edilerek, âlim ve fâzıl insanların nasihat edeceği Islahevlerinde “milletime sadakat göstereceğime ve huzurunu asla bozmayacağıma yemin ederim…” tâlimleri yaptırılıp adam olana kadar te’dip edilmelidir.
İslâm’ın merhamet, kanun ve adâlet gücünün hâkim olduğu bir ülkede yaşamayı özledik. Meşrûiyetin ve hâkimiyetin İslâm’lara ait olduğu, bunun dışındakilerin ise dinî yaşayış, düşünce, vicdan ve sanat hürriyetlerinin ahlâkâ mugayir olmayan, şiddet ve anarşiye meyletmeyen ölçüler içinde serbest olduğu bir devlet düzeninde Müslümanlar adam gibi yaşayacaklar, tâbi ve zimmî olanlar da insanî ölçüler içinde vatandaşlıklarını emniyet içinde sürdürecekler.
Bu tekliflerimizi istihza ile okuyanlar var aranızda. Tanzimat Fermanı’yla birlikte
demokrasinin kaldırılmasının, gavura gavur denmesinin, alkol ve çıplaklık hürriyetinin kısıtlanmasının, ahlâka mugayir pislik saçan sanat, sinema, televizyon, bale, opera, bar, pavyon, gazino vb. ad altındaki bütün necaset yuvaları ile bu çizgideki dernek ve grupların kanunla temin edilmiş hayat hakkının alınamayacağını ima edercesine güldüklerini hissediyorum.
Esasında mesele bir kalemde çözülecek bir meseledir. “Dinî inanç, düşünce ve anânevî faaliyetler dışında anarşiye, şiddete, kaosa, ahlâksızlığa sebep olan her türlü istek, fiil ve eylem yasaklanmıştır ve teşebbüs edenler ânında derdest edilecektir” şeklinde kanun ve uygulamanın hayata geçirildiği gün huzur hâkim olacak.
Böyle bir ülkenin hayâlini kurunuz ki kaypak, sinsi, bukalemun, fırıldak ve hain
Demokrasiden ve ferdî liberalizmden kurtulalım. Bizi mutazarrır eden, emniyet ve huzurumuzu temin etmekten mahrum olan demokrasinin barındırdığı hürriyet ve serbestliğin bizim din ü devlet ve millet töremize uygun olmaması, aksine ayartıcı, anarşiye, şiddete ve her türlü isteğe yol vererek farklı hayat gruplarının oluşmasına yataklık edici ve dolayısıyla bir anlamda bölücü ve kötülükler saçıcı özelliklere sahip olmasından dolayı her gün kıyamet yaşanıyor.
Düne göre İslâmî varlık sahamızın bir miktar açılıp genişlemesine “katkısı” nın olduğu söylenen demokrasinin sağladığı “imkânlar”ın Müslüman topluma medeniyet ve emniyet cihetinden yâr olacağına güvenmemek gerek.
Demokrasinin bize yabancı olan ayartıcı ve bozucu ruhunun, insanî yapımızı bozan hadsiz hürriyet taleplerinin başımıza neler getireceğine kafa yormadıkça, darbeci rejimlerden gördüğümüz zararları demokrasiden de görmeye başlarsak şaşırmayın.
Şiddet ve tahrip hürriyetini sağlayan şarlatan demokrasiyi bir an önce kovalım.
------------------------------------
İLÂVE YAZI-1
DİLDÂR BİR DOSTUN YAZDIĞI
Şahadetleri dinin temeli olan bu ezanlar bir gün arzın en ücra köşesine kadar ulaşacak, serâdan süreyyaya tüm zîhayata nur saçacak, dedi Yazıcı sabah ezanları gönlünde makes bulurken… Hayye, diyordu haydi, gel..Hayye-alel-felah…Felaha,huzura ebedî selamete gel…
Yazıcı davete icabetin farz olduğunu biliyordu. Manevi huzura yapılan davete kemal-i şevk ile icabet etti. Sonra ellerini tazarru ile kaldırdı “Allah’ım bu milleti hüviyet-i asliyesine çevir.” diyerek niyazda bulundu. Bilirdi ki mevaki-i mübarekede yapılan dualar müstecâb olur, geri çevrilmez. Sonra ayetle şereflenmiş, dilsizlere dildâş, âşıklara haldâş, âlimlere sırdâş olmuş kaleme, bir savaşçının kılıcına baktığı gibi baktı. Yaz dedi ey kalemim sell-i seyf edelim tüm zebûn-kûşlara. Zulmeti nura çevirelim, maziyi karanlık edenleri atide rezil ü rüsva eyleyelim. Âl-i Osman milletini inkar edip ondan geriye kalan her şeyi hâk ile yeksan edenlere, millet ne demekmiş öğretelim. Bu milleti dilsiz bırakanları dilden uzak eyleyelim.
Doğu’nun Oğullarının alamet-i farikasıydı kalem. Dostlukları bezm-i elestte başlamıştı. Kaleme hürmet ilme hürmetti, âlime hürmetti, binnetice âlim-i mutlak olan Rabb-ül âlemîn’e hürmetti. İhtiyarların yerde gördükleri kâğıtları duvar oyuklarına sıkıştırmaları da aynı sebeptendi. Bu milletin sarhoşu bile sabah evine dönerken “Bu halimle hoca efendi beni görmesin ayıptır” diyerek yolunu değiştirirdi. İlme hürmetin tecellileri farklı farklıydı. Gönül suretti kâğıt âyine. Âyineye o sureti bir tek kalem aksettirebildi. Doğu’nun oğulları gönül süzgecinden geçirir öyle yazar öyle söylerdi. Batı’nın oğullarından da eli kalem tutan vardı elbet, lakin onlar, kalemi kullandılar. Nefislerinin, akıllarının fısıldadıklarını yazdırdılar.
Kalemi emanet bilip ona, aşkla, vecdle, hüzünle, ah eden bir gönülle, dostluk eden Doğu’nun şair ruhlu ehl-i kalem oğlu Ahmet ağabeye selâm olsun. Söylenilir hep… Yollar, o yolu daha önce yürümüş, engellerini tanımış bilmiş kâmiller eşliğinde yürünürse sonuna selametle ulaşılır… SELÇUK ALACA /ANKARA
BU DİLDÂR MEKTUP ÜSTÜNE FAKİRİN YAZDIĞI
Lisanıyla hüzünlü yüreğimi hakikat yolunda daha da hüzünlü kılan ve gönlümü alan dilagâh dost! Daha önce de sual ettim. Bezm-i elestte tanışız biz. Millet olanların birbirine nerelisin, kimsin, ne iş işlersin demesi doğru değil elbet. Tecessüsümle edeb ü nezaket kaidelerini çiğnemekten, dünyevî bir arzuya düşmekten korkarım. Daha önce beyân ettiğiniz hâl tercümenize dair bilgiler "kurgu" değildir inşallah. Dünyalık hâl tercümenizin peşine düşmüş olmadığımı yüreğimden fışkıran bir dille söylerim. Ancak, dostâne bir sual sorsam, hamlık olur mu? Fakire nâçiz adıyla hitap etmeniz, gönlüme sürur ve hoşluk veren bir merak düşürdü. Sizin, "tayin bekleyen Kastamonu asıllı bir Ankaralı" değil de, fakîrin bekçilik yaptığı Fikir Dükkânı'nda, yani Mekteb-i İrfan'da, diğer adıyla "Mağara" da fikir ve gönül tâlimleri yapan eski bir ahbab olduğunuzu düşünüyorum.
Fakîrin nâçiz yazılarına gönlünüzü kaptırmanızdan gönlüm ziyadesiyle inşirah oluyor. Nezdimde hüzün ve sevinç aynı mânadadır ki, bir kez daha bu vehbî halleri yaşadım. Okuma ve yazması olmayan (hakikaten böyle), sadece Dil Kapısı'nda bekçilik yaptığım sırada gelip giden âlimanın, üdebânın ve ehl-i dilin içeride ettikleri sohbetlere kulak verip duyduklarımı (hepsini duyamaz ve anlayamasam da) yazmaya çalışan bir âcizim. Yani ki bu nâçiz yazılarımız oradan kaptıklarımın suyunun suyu bile değildir. İlmine aklım ermeden kelimelerle yârenlik ediyorum. Selâm ve muhabbetlerimle.
----------------------------------------
İLÂVE YAZI-2
MEHMET NARLI’ NIN DİL KAPISI’NDA YAZDIĞI ŞİİRLERDEN TADIMLIK
Ey azizan! Kalbimin şairi Mehmet Narlı dostum, bir vakit mail ile fakire ve İsmail Göktürk’e hitaben: “Ya HU dostlar! İki adet şiir gönderiyorum, biraz dedikodusunu edin, umulur ki muhabbete vesile olur” demiş idi. Fakat bu fakir eski zaman adamı olduğu için teknolojiyle arası hoş değil. Şundandır ki oynayıp dururken şairimden gelen maili yanlışlıkla silmişim. İsmail Göktürk’ten de isteyemedim, çünkü şairimin şiirleriyle başı hoş değil. Şairime, şiirlerini tekrar göndermesini söylemeye utandım. Bu durum içime battı. Onun gönlünü yoklamak için Dil Kapısı’nda yazdığı “haza bir şiir”ini paylaşmak istiyorum:
“BÜTÜN KIYICILAR SOKAKTA”
“sesim kısılıyor… / sapanım boşalıyor öptükçe zaman / imlasız bir yüzle dolaşıyorum / içine çekiyor beni adressiz liman / gölgelere kiracıyım ruhum mülteci / kim tutar hüznün nöbetini türkülerden başka / kuyularına atsaydı keşke unutsaydı / ruhumu sağır eden sükûnet şehri / sûretim mühürlendi gizli bir fotoğrafta / kıvranan bir korkuyum kaba inanışlar ülkesinde / içerlek bir dönüş belki yazgının coğrafyasına / ama türkülerimi sakla bütün kıyıcılar sokakta / hayata yanlış kıyıdan çıktım … / aldanışımı kutsayan elçiler karşıladı beni / yüzünün yarısı gülen akrabalarım.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.