Hüseyin Öztürk

Hüseyin Öztürk

Dilden Zihne Geçemeyen Necip Fazıl

Dilden Zihne Geçemeyen Necip Fazıl

Umarım yazının başlığına bakıp, “Vay sen kimsin ki, Necip Fazıl’a, ‘dilden zihne geçemeyen’ dersin” diyebilirler.

Hele az beklesinler ve yazıyı sonuna kadar okusunlar. O zaman kime ne demek istediğim anlaşılacaktır.
Öncelikle şikâyet olarak değil fakat bir tespit olarak şunu söylemeliyim.
“Günümüz gençliği, Necip Fazıl’ı dilinde dolandırıyor ama zihnine yerleştiremiyor.”
Belediyeler başta olmak üzere, çeşitli anma toplantıları yapılıyor ama bütün söylenenler salonda kalıyor. Aksi olsaydı görür ve duyardık.
Benim gibi Necip Fazıl konferanslarına yetişenler bilir. Üstad konuşmasını bitirdikten sonra salon en az üç dört saatte ancak boşalırdı.
Salondan çıkan herkes istisnasız kafasına gözüne yumruk yemiş gibi sersemleyerek çıkardı. Konferansın tesiri günlerce sürer ve zihinlere mıh gibi çakılırdı.
Şimdi öyle mi, Necip Fazıl’ın, ne “Necipliği” ve ne “Fazıllığı,” genç nesilde hiçbir tesir bırakmamış vaziyette.
Necip Fazıl’ın “Necipliğini ve Fazıllığını” anlatanlar da konferans sonrası kendilerine takdim edilecek, “beyaz veya sarı uzun zarfın,” bir an önce ceplerine girmesi peşinde.
Hatta bir kısım konuşmacıların kaşesi var, yani sahne sanatçıları gibi bir fiyatları var. Ondan aşağı verirseniz konuşmuyorlar.
“Dilden Zihne Geçemeyen Necip Fazıl” başlığında haksız mıyım?
Necip Fazıl bir gençliği yoğurmuştur. O gençlik şimdi iktidardadır, Türkiye’yi şaha kaldırmaktadır, Necip Fazıl’dan okuduğunu ve dinlediğini bir bir hayata geçirmektedir.
¥
“Demek ki böyle ölünürmüş” diye kendi ölüm anını gören ve seslendiren Necip Fazıl, mesaisini ve mesajını, o günkü nesle ve sonrakilere emanet ederek aramızdan ayrılmıştır.
Necip Fazıl’ı dilinden zihnine geçiremeyenlere söylenecekleri, üstadın kendi kendisiyle yaptığı muhasebesinden örneklendirelim.
Kendisini anlatırken şöyle diyor:
“Madde içi hayatta parende üstüne parende atarken, madde ötesi hayatın, ruhumda daima ihtarcısına, gözü uyku tutmaz nöbetçisine rastlıyor ve arada bir bu nöbetçinin selamını alıp yine beni sürükleyen çarklara takılıyor, ona;
-“Haydi, beni nereye götüreceksen götür, kime teslim edeceksen et!” diyemiyordum. Otuz yaşıma kadar da muhasebem budur.
Hayatım, başından beri muazzam bir şeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum. ‘BİRİNİ.’
O kim mi? Allah’ın sevgilisi. Sonsuzluk ikliminin batmayan güneşi ve ebedilik sarayının paslanmaz tacı…
Tek dava O’nu bulmakta, bulduracak olanı bulmaktaydı.
Binbir istikamette seke seke, sağa sola büküle büküle, renkten renge bulana bulana, hiçbir şeyden habersiz ve insandaki meccani emniyet ve bedahet saadeti karşısında şaşkın, hep o BİR etrafında helezonlar çizen bir hayat…”
¥
Evet, Necip Fazıl’ın bizden ve genç nesilden istediği; “hatırlanmak” değil, “anlaşılmak ve anlaşılanın hayata geçirilmesidir.”    
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Hüseyin Öztürk Arşivi