Kürt ‘sorusu’na giriş (II)
Uluslararası ilişkiler teorilerinden bir kaçı güçlü ulus devletlerin kendi güçlerini sınamalarının önemine dikkat çeker ve bunun için zorunlu olarak kendine bir düşman üretmesi gerektiğini vurgular ve buna benzer bir şekilde devlet makinası da içte kendine karşı düşman üretebilir ve gücünü bu düşmanlara karşı kullanarak test eder demiştik son olarak. Bu, devlet yapısının kendini üreten insanlara karşı öncelendiği üniter sistemlerde özellikle yaygın bir sorundur. Sorundur diyorum, çünkü normalin dışında, olması gerekenin ötesinde bir ilişkiler zincirini doğurur. Normal şartlarda devlet insanlar topluluğu tarafından oluşturulan bir mekanizma olması itibariyle onlara, yani insanlara hizmet etmek için var olmalıdır ve de haddini bilmelidir. Ama mesela Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde gördüğümüz rejimlerde onyıllar boyunca devlet, insanını ezebilmiş ve bunu da kendi bekasını sağlamak adına rahatlıkla meşrulaştırabilmiştir.
Bu bağlamda yüzyıllar boyunca farklı milletlerden insanları bir arada huzur ve karşılıklı güven içerisinde, bünyesinde yaşatabilen bir devlet anlayışından vurduğu vurduk kırdığı kırdık ‘hırçın’ bir devlet anlayışına cumhuriyetle beraber geçilmiş oldu. Türk milleti’nden yeni bir Türk milleti çıkartıldı. Önceki Türk milleti bir ırktan ziyade bir imparatorluğun bayrağı altında yaşayan farklı kültür ve hatta çoğunluğu Müslüman olmasına rağmen dinlerden gelen milletlerin de bulunduğu insanların toplamına verilen isimdi. Avrupa’da Türk diye tarihe geçen olgu Türk ırkı değil, Müslüman Osmanlıydı. Cumhuriyetin ilanı ile içi boşaltılan işte bu Türk prototiplemesi oldu. Önceki ne denli kapsayıcı, kavrayıcı, davet edici ve merhametli ise ikincisi de o denli dışlayıcı, baskıcı ve rijitti. Ferdinand ve Isabel’den kaçan Yahudi ve Hıristiyanları korkularının aksine ve onları şok edici bir müsamaha ile bağrına basan Osmanlı’nın Türk milletinden, yine aynı azınlık gruplarına İnönü dönemiyle varlık vergisini reva görebilen Cumhuriyet’in Türk milletine… İslam bayrağı altında sadece dinlerini değil kültürlerini de korkmaksızın yaşayabilen farklı topluluklara hizmet veren bir devletten, İslam’a mesafeyi kendine şiar edinmiş Hıristiyan Avrupa’nın dizinin dibine çökmüş bir devlete…
Bu ikincisi, Türk milleti kavramını etnik bağlamına hapsedip kapsamını genişleterek herkesi Türk ilan etti. Ama bir taraftan da İslamiyeti bilerek yaşayabilme yani bilinçli Müslüman olabilmeye ortam sağlayacak İslami özelliklerinden de Türk’lüğü arındırdı. Düşmanını da ilan etti. Kendi kurguladığı çerçevede Türk’lüğe karşı çıkanı. İç düşmanın başlıcası iki grup olarak kendini gösterdi ‘Müslüman’ ve ‘kürt’. İki grubu da onyıllarca bastırabildi. Rejimin bu anlamda süregelen başarısının altında bu iki grubu birbirinden ayrı tutabilmiş olmasıdır. Ve hatta zaman zaman da karşı karşıya getirmiş olmasıdır. Bugün bu ülkede Kürt hareketi dendiğinde seküler bir hareket anlaşılıyorsa bu kendince bu hareketi ezmeye ahd etmiş devlet anlayışının haznesine kendi açısından bir ‘kazanım’ olarak yazılır.
Bugün AK Parti hükümetinin gayreti ile o eski devlet anlayışı değiştirilmek isteniyor ve daha kucaklayıcı ve hizmet veren bir devlet anlayışına geçilmek hedefleniyor ve Kürt sorusu bütün vatandaşları tatmin edecek bir şekilde cevaplanmak amaçlanıyorsa bu ancak ‘İslam’ ortak paydası ile olabilir. Eski rejimi savunanlar pek hoşlanmayacak bu işten ama na’palım… Onlar Ergenekon’la oyalansınlar…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.