Aileler ıssız
Batı’dan gelme “çekirdek aile” kavramı, aile algımızı değiştirdi. “Çekirdek aile” içinde “dede” ve “nine”nin öğretisinden mahrum kalan çocuklarımız, “vicdan” çekirdeğinden yoksun büyüyor.
Büyüyünce de ya boş şeylerle uğraşıyorlar ya da şiddete kapılıp sağa-sola tosluyorlar.
Okuldaki kavgaların artması, öğrencilerin öğrenciden başka her şeye benzemeye başlaması, bir yere kadar öğrenci dizilerinin etkisiyle olabilir, ama gerisi aile içinde verilmesi gerekirken verilemeyenlerle ilgilidir…
Bunların başında da “sevgi”, “vicdan”, “paylaşım” ve “irade” gelir…
Sevgi, ama herkese ve her şeye yönelik bir sevgi… Böyle bir sevginin alt katmanlarında “şefkat”, “merhamet”, “hamiyet” vardır.
“Vicdan”, zaten varlığı “insan” yapan temel değerdir…
“İrade” hata ve yanlışa düşmeyi büyük ölçüde engeller…
“Paylaşım” ise, dini ve tarihi duruşumuzun önsözüdür…
Osmanlı büyümesinin özündeki sırdır…
“Paylaşım”, Osmanlı ailesindeki ilk öğretilerden biridir. Çocuk, elindekini başkalarıyla paylaşmayı dünyaya geldiği andan itibaren öğrenmeye başlar.
Osmanlı toplumunda kırk bin civarında vakıf işte bu çerçevede kurulmuş sosyal dayanışmada zirveye çıkılmıştır.
¥
Eskiden, çocuklarımıza nine ve dede tarafından aktarılan, çoğu Kur’an eksenli “menkıbe”lerimiz vardı: Şimdi dizi dizi filmlerimiz var…
Çocuklarımız her akşam, yaşanmamış hayatları seyrede ede ve onlara özene özene büyüyor.
Nine ve dedelerin aileden uzaklaştırılması, her biri hayat tecrübesinin imbiğinde damıtılmış “kıssa” ve “hisse” arasındaki muhteşem ilişkiyi de kopardı…
“Kıssa” olmayınca, “hisse” alınamaz oldu. Asırlar boyu bu ilişki çerçevesinde yeşeren çocuklar, artık ne “kıssa”dan haberdar, ne “hisse”den; hayatları tıka basa televizyon ve internet...
Genç anne-babaların zaten çocuklarına anlatacak, anlatıp yüreklerini titretecek hikâyeleri yok! Bu durumda her akşam televizyona kaçmaktan başka çareleri kalmıyor.
Bu durumda kadınlarımızın rol-modelinin (12 ilde yapılan bir araştırmaya göre) Hülya Avşar, erkeklerinkinin Acun Ilıcalı olmasına şaşmamalı…
Bütün şehirlerimizin kendilerini yiyecek-içecekle (kayısı, çay, ekmek, tantuni, mantı, pastırma-sucuk, pişmaniye, şeftali, zeytin-peynir, kebap, lahmacun, ciğer, v.s.) tanımlamalarına da şaşmamalı…
“Övünülecek insan” yetiştiremeyen toplumların şuuru mideye düşer ve mideye sunduklarıyla övünmeye başlarlar…
Türkiye de yıllar boyu “şiş kebap” ve “lokum”la övünmemiş miydi?
Diyeceğim şu ki, “övünülecek insan” yetiştirmemiz lâzım. Ama nasıl? Sımsıcak aile sohbetlerimizi “televizyon” ve “internet” çaldı. Çocuksu meraklar televizyon ekranındaki şiddet ve cinsellik içeren “dizi”lerde tükenip gidiyor. “Bir kıssa”dan “bin hisse” çıkarma anlayışı, televizyon programlarının yapay dünyasına kurban: Zıtlıklar çocuk beyinleri keşmekeşe çeviriyor…
Aileler sessiz ve ıssız! Bu ıssızlıkta büyüyen çocukların yürek olgunluğuna erişmesi çok zor… Çünkü yürekler sohbetle olgunlaşır, mantık ve duygu ilişkisi kitapla kurulur.
Evler hem sohbetsiz, hem kitapsız kaldığına göre, nesillerin hamlığına (nezaketsizlik, duygusuzluk, bilgisizlik, v.s) şaşmamalı!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.