Yavuz Sultan Selim Alevileri kesti mi?
Üçüncü Boğaz Köprüsü’ne “Yavuz Sultan Selim” isminin verilmesi, bir kısım Aleviler başta olmak üzere, bazı çevreleri ayağa kaldırdı…
“Sosyal Medya” dedikleri sorumsuzluk ve cehalet âbidesi, her türlü hezeyanın, iftiranın, yalanın merkez üssü oldu. Sözün tam mânasıyla “ağzı olan konuşuyor”, tek eksiklik bilgi ve belge…
Öte yandan kimi Aleviler “tarih boyunca ezilmiş, itilmiş mağdur” rolüne soyunup şefkat avına çıkıyorlar. Bu arada Osmanlı’ya, özellikle de “40 binimizi kesti” dedikleri Yavuz Sultan Selim’e verip veriştiriyorlar.
Hâlbuki Aleviler üstüne şiddet ve baskının Osmanlı tarihinin tamamını kapsamadığı, hele hiçbir zaman bunun bir devlet politikası haline gelmediği, zaman zaman yapılan baskının ise dini kimliğe değil, dini kimliğin siyasete âlet edilmesine yönelik bulunduğu gerçeği belgelenmiştir...
Yavuz’un İran üzerine sefere çıkmadan önce, dönemin önde gelen din adamları İbn Kemal ve Sarı Gürz’den Safeviler’le (yani Kızılbaşlarla) savaşmanın meşru olduğuna dair fetva aldığı doğrudur. Bu her savaş öncesi alınması zorunlu olan rutin fetvalardan biridir.
Ama bu fetvalara dayanılarak 40 bin “Kızılbaş”ın katletildiği korkunç bir iftiradan ibarettir.
Bu kayıt, devrin kaynaklarından sadece İdris-i Bitlisi’nin “Selim Şahnâmesi”nde var. Yavuz döneminde yazılmış diğer kaynaklarda böyle bir bilgiye rastlamıyoruz. Her devirde titizlikle tutulup korunan mahkeme defterlerinde de böyle bir kayıt yok.
Dönemin kaynakları incelendiğinde, Yavuz döneminde bazı Türkmen aşiretlerinin sürgüne gönderildiği, Şah İsmail’e casusluk ve “halife”lik yapan, hatta Anadolu’daki operasyonlarını finanse eden bazı “Kızılbaş”ların ise yargılanıp idam edildiklerine ilişkin bazı kayıtlar görülür. Ancak o günün şartlarında nüfus açısından çok büyük bir rakamı ifade eden 40 bin kişinin öldürüldüğü iddiaları hiç birinde yer almaz. Çünkü böyle bir şeyin olması imkânsızdır.
Bakın neden? Hatırlayalım ki, 16. yüzyılın başlarında Alevilerin yoğun biçimde yaşadığı Sivas, Tokat gibi şehirlerin nüfusu 3-4 bin civarındadır. Bölgede 40 bin kişinin katledilmesi demek 10-15 şehrin tamamen yok edilmesi demektir. Dolayısıyla üretimde aksamalar olacak, vergi gelirleri doğal olarak düşecektir. Ama böyle bir şey söz konusu değildir.
Ayrıca yol, baraj, tesis ve diğer inşaatlar sebebiyle bölgenin altı üstüne getirilmiştir, ama hiçbir yerde iddialara hak verdirecek toplu mezara rastlanmamıştır. Onca cesedi denize atmış (ki atılsa sahile vurur) ya da havaya savurmuş olabilirler mi, ne dersiniz?
Yavuz’un, Safevilerle mücadelesi üzerine yaptığı geniş araştırmalarıyla tanınan Jean-Louis Bacque Grammont, “Padişahın o tarihte 40 bin kişiyi kılıçtan geçirttiği iddiasını doğrulayacak hiçbir delil yoktur” diyor.
Robert Mantran ise şunu ekliyor: “Göründüğü kadarıyla, bu ‘büyücü avı’, özellikle olaylara bulaşan tımar sahiplerini yerlerinden atmak ve bilinen elebaşıları öldürmekten ibaret kaldı. Elimizde 1513 ya da 1514’te ‘40.000 sapkının kırılması’ efsanesini destekleyen hiçbir kanıt yoktur.”
Konunun uzmanlarından tarihçi Mustafa Akdağ da aynı görüştedir: “Yavuz Sultan Selim devrine ait pek çok mahkeme defteri hâlâ elimizdedir. Bunlar üzerinde yaptığımız araştırmalarda, bu çapta kitle idamlarına rastlayamadık. Eğer öyle kanlı bir olay geçseydi, bu defterlerde yer alması zorunluydu.”
Dahası da var: Türkmenler üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Tufan Gündüz, o dönemde bir köyün nüfusunun 10 ilâ 50 haneden oluştuğunu, 40 bin kişinin öldürülmesinin 1000 ilâ 2000 köyün yok olması anlamına geldiğine, oysa o tarihte Anadolu’da bu kadar büyük bir nüfus eksilmesi olmadığını, Osmanlı vergi sayımlarında da böyle bir durumun görülmediğini söylüyor.
Osmanlı Devleti, “Twitter medyası” değil, bir arşiv devletidir. Özenle korunan arşivlerde böyle bir bilgi olmadığına göre, Yavuz’a karşı kimi çevrelerin duyduğu sınırsız kinin kaynağı başka olmalıdır.
Sakın bu karşı çıkışın özünde, “Biz yapamadık AK Parti yapıyor” kıskançlığı yatıyor olmasın! Buna da yarınki yazımızda bakalım…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.