Niye Yavuz Sultan Selim... İdeolojik mi, stratejik mi?
Bazı mihraklar, yıllardır çıkarmayı başaramadıkları “Sünni-Alevi çatışması”nı yeniden körüklemeye başladılar... Bunu da, bildiğiniz gibi “3. köprü”ye adı verilen Yavuz Sultan Selim Han üzerinden yapıyorlar.
Önce, Yavuz Sultan Selim Han’ın kişiliğini ve yöneticiliğini “bilenler”in ağzından aktaralım...
Çünkü, son günlerde “bilen” de konuşuyor, “bilmeyen” de...
Türkiye, hemen her zaman olduğu gibi, “ağzı olan herkesin konuştuğu” bir ülke olduğundan, Yavuz Sultan Selim hakkında da, ileri-geri konuşmalar devam ediyor...
“Hakaret”e ve “iftira”ya varan konuşmalar ve haberler o boyutlara ulaştı ki; neredeyse “gerçek”ler tedavülden kalkacak!..
Peki, “gerçek” nedir?..
KATLİAM İMKÂNSIZ, ÇÜNKÜ!
“Bazı Alevi dernek ve vakıfları”nın iddia ettiği gibi, Yavuz Sultan Selim Han’ın “40 bin Alevi’yi katletmesi mümkün değil”dir!..
Yazarımız Yavuz Bahadıroğlu’nun dünkü yazısında da ifade ettiği gibi;
“16. yüzyılın başlarında Alevilerin yoğun biçimde yaşadığı Sivas, Tokat gibi şehirlerin nüfusu 3-4 bin civarındadır.
Bölgede 40 bin kişinin katledilmesi demek 10-15 şehrin tamamen yok edilmesi demektir.
Dolayısıyla üretimde aksamalar olacak, vergi gelirleri doğal olarak düşecektir. Ama böyle bir şey söz konusu değildir.”
Türkmenler üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Tufan Gündüz de, o dönemde bir köyün nüfusunun 10 ilâ 50 haneden oluştuğunu, 40 bin kişinin öldürülmesinin 1000 ilâ 2000 köyün yok olması anlamına geldiğini, oysa o tarihte Anadolu’da bu kadar büyük bir nüfus eksilmesi olmadığını, Osmanlı vergi sayımlarında da böyle bir durumun görülmediğini söylüyor.
Bu “tarihi bilgi ve belgeler”den anlıyoruz ki, “Yavuz Sultan Selim’in Alevileri katlettiği” iddiasının hiçbir tarihi geçerliliği yoktur.
YAVUZ, SİYASİ BİR DÂHİ
Tabiî, bir de Ankara Üniversitesi Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Yılmaz Kurt’un söyledikleri var...
Prof. Dr. Yılmaz Kurt da;
öncelikle Batı’yla anlaşmalar yaparak sulhu sağlayan, daha sonra da doğudan gelebilecek tehlikeleri sezerek, o yöne yönelen Sultan Selim’in; karşısındaki “iki büyük tehlike”nin farkında olduğunu söylüyor ve ekliyor:
“Bunlardan birisi Anadolu’da tehdit oluşturan Safevi Devleti’ydi çünkü Anadolu’da gözü vardı ve sürekli propaganda yaparak insan kazanıyordu. Adamları, Anadolu’yu dolaşıp halkı Şah İsmail’in yanında olmaya çağırıyordu. Buna uyan konar göçer Türkmenlerden pek çok kişi de İran’a giderek Safevi Devleti’nin kuruluşuna katkı sağladı. Bu, bir anlamda Anadolu’nun boşalması, İran’a teslim edilmesi demekti.”
Yavuz Sultan Selim’in daha Trabzon’da “şehzade” iken bu tehdidi gördüğünü, babası II. Beyazıd’ı yavaş davranmakla, gerekli tedbirleri almamakla suçladığını dile getiren Kurt, şöyle devam ediyor:
“Selim’in padişahlığını hızlandıran nedenlerden, padişah olmayı istemesinin sebeplerinden birisi de buydu. Anadolu tehdit altındaydı. Tahta çıktığında da ilk işi bu tehdidi ortadan kaldırmak oldu ve Safevi Devleti’ne savaş açtı. (...) Avrupa’ya bu dönemde saldırmayacağına dair büyük garantiler veren Selim’in, doğuya yönelmesi büyük bir siyasi dehayı gerektiriyordu. Selim böyle yapmasaydı belki de İran Safevi Devleti, Ankara’ya kadar ilerlerdi.
Safevi tehdidine karşı Osmanlı Devleti, kendisini korumak zorundaydı... Şii, Sünni veya Hristiyan olması önemli değil. Tehdit nereden gelirse gelsin; devlet kendisini korumak zorundadır... Yoksa devlet olamaz.”
Olayın “tarihi arka plânı”nı bu şekilde açıklayan Prof. Dr. Yılmaz Kurt, sözlerinin sonunda Yavuz Sultan Selim Han’ın “Doğu Anadolu Fatihi” olduğunu, “Doğu Anadolu’yu İran toprağı olmaktan kurtardığını” söylüyor ve diyor ki;
“Osmanlı Devleti’nin 40 veya 60 bin Alevi’yi öldürdüğü iddiası kesinlikle doğru değildir...
Unutmayalım ki;
Şah İsmail’in üzerine yürüyen Osmanlı ordusundaki Yeniçeriler de birer Bektaşi idi.”
Gerçek de bu değil mi?..
DEVLETİN STRATEJİSİ
Peki, “gerçek” bu iken, Yavuz Sultan Selim Han ismi üzerinden yürütülen bu “kampanya”nın temelinde ne yatıyor?..
Önceki gün, iki gazetenin manşetlerinde yer alan “Osmanlı Köprüsü” ve “Osmanlı’nın temeli atıldı” başlıkları, acaba “tesadüfen” atılmış başlıklar mıdır, yoksa “Büyük Türkiye” stratejisine karşıt olmanın ifadesi midir?..
Şahsen ben;
“Osmanlı Köprüsü” ve “Osmanlı’nın temeli atıldı” başlıkları ile Takvim’den Ergün Diler’in yazısını bir arada değerlendirince; bu karşıtlığın “Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim”in şahsında “Büyük Türkiye” idealine karşı duyulan rahatsızlıktan kaynaklandığını düşünmeye başladım.
Ergün Diler, düğmeye 2003’te basıldığını ve “Devlet”in; “Adı Ergenekon olan Londra ve dev Musevi isimlere bağlı yapıyı çökertmeye” o günlerde karar verdiğini yazıyordu...
“Kolay değildi” diyordu Diler;
“Cumhuriyet’le birikte, hatta daha öncesinden, taa Kırım Savaşı’nda sızmışlardı devlete... Taa o zamanlar gizli yapılarını kurdular... Öyle bir kısır döngüydü ki; bu yapıda hiçbir Türk öne çıkamazdı!..
Türkiye’de, onların oturduğu gizli masanın kararları uygulandı...
Perde arkasında hep onlar vardı...
Ya onların dediğini yapacaktın ya da kaderine razı olacaktın!..
Neredeyse 100 yıl böyle geçti.
Cumhuriyet’i kuran irade;
maalesef Londra’daydı!”
Ergün Diler’in bu görüşleri “eksantrik” bulunabilir ama “gerçek payı”nın olup-olmadığı da düşünülmeli değil mi?..
Devam ediyordu Ergün Diler;
“Bu gizli masanın görevi Türkiye’yi küçük olarak ayakta tutmaktı!..
Ve bu masa, bütün kararlarını Boğaz’ın kıyısında alıyordu! Para onlarda olduğu için düdüğü çalıyorlardı!.. Bu yapı, 2003’te başlayan devletteki dalganın başarıya ulaşacağını düşünmedi!
İhtimal vermedi!
Çünkü daha önce buna kalkışan herkesi ortadan kaldırmışlardı... Kendilerine çok güveniyorlardı! Çünkü arkalarında Avrupa’da kralları yöneten, parasının miktarını bilmeyen dev Musevi isimler vardı. Hatta kendi aralarında ‘Bu 6 aileye yan bakan var mı?’ diyorlardı gülüşerek!”
KAYBETTİĞİMİZ YERLERE DÖNÜŞ!
Bütün bu gelişmelerden sonra, Boğaz’a yapılacak 3. köprünün temelinin atıldığını, adına da “Yavuz Sultan Selim” denildiğini hatırlatan Ergün Diler, Yavuz isminin mânâ ve ehemmiyetini de şöyle açıklıyordu:
“İşte dün Baronların Başkenti’ne kurulacak olan köprüye Yavuz Sultan Selim ismi verildi!
Yavuz Sultan Selim,
Mekke ve Medine’nin Hizmetkârıydı!
9. Padişah, ilk Halife’ydi... Tahta çıktıktan sonra ataları gibi Batı’ya değil Doğu’ya gitti... 8 yılda Osmanlı’nın topraklarını tam 2.5 kat arttırdı!..
Osmanlı üç kıtada hüküm süren ve yüzölçümü 7 milyon kilometrekare olan bir imparatorluk haline dönüştü!.. Ama Selim’in; Doğu’ya gitmesinin asıl nedeni İpek ve Baharat Yolu’nu ele geçirmek içindi!.. O yollardan; dün ipek-baharat, bugün ise gaz ve petrol geçiyordu!..
İşte Yeni Türkiye de, Yavuz’un bıraktığı bayrağı yerden alıp Ortadoğu’ya açıldı!..
Ortadoğu’ya yönelmek Londra’yı ve arkasındaki imparator kadar güçlü olan bazı Musevi aileleri buralardan silmek demekti!
Zaten;
10 yıldır yaşadığımız kavga da buydu!
Onlar ülkeyi Türkler’e bırakmak istemiyor, Anadolu’dan çekip almaya çalışıyordu!.. Avrupa’ya gidip Ankara’ya bağlayacağınız bir yer yoktu!
Ama onların cetvelle çizdiği sınırlar Osmanlı’dan sonra gün yüzü görmemiş ve eski sahibini özlemle beklemişti!
Çanakkale’de destan yazsak da kaybettiğimiz yerlere geri dönüyoruz...
Osmanlı her renkten, her dinden insana kucak açtı!
Yeni Türkiye de böyle!
Türk, Kürt, Alevi, Sünni kim varsa Büyük Türkiye toprakları içinde mutlu yaşayacak!
Hedef bu!
Büyük devletler tek renk ve tek inançtan oluşmaz!
El ele, ileriye...
Sözün özü;
Devlet dün tam kadro butonlara birlikte basarak Büyük Türkiye’nin kurulduğunu dünyaya ilan etti!..”
Nasıl, “ilginç bir yazı” değil mi?..
Ergün Diler, yazısının sonunda, bazı “mahfil” ve “odak”lara bir de “uyarı”da bulunuyordu:
“Rahatsız olanlar bertaraf olacak!..
Paraları, onları kurtaramayacak!”
ALEVİLER ÜZERİNDEN MESAJ!
İşte bu yazıdan sonra; önceki günkü iki gazetenin “manşet”inde yer alan “Osmanlı Köprüsü” ve “Osmanlı’nın temeli atıldı” başlıklarının pek de “tesadüf”(!) olmadığını, bu başlıkların; ya “hedefi görenler” tarafından atıldığını, ya da “gördükleri hedeften paniğe kapılanlar” tarafından “attırıldığını” düşünmeye başladım.
Ne dersiniz, haksız mıyım?..
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın; köprünün temel atma töreninde yaptığı konuşmada, bir “sürpriz”lerinin olduğunu söyleyip, bu sürprizi açıklamayı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e bırakması, Cumhurbaşkanı Gül’ün de; “Arkadaşlarımız, Hükümetimiz hep düşündü ve neticede hep beraber şu karara vardık ki; köprünün ismi Yavuz Sultan Selim Köprüsü olsun!” demesi onu gösteriyor ki, “Yavuz Sultan Selim” ismi öylesine verilmiş bir isim değil, “düşünülerek, konuşularak, plânlanarak” verilmiş bir isimdir...
Şunu demeye çalışıyorum;
“Alevileri katlettiği” iddiasıyla Yavuz Sultan Selim ismine karşı çıkan Alevi dernekleri ve vakıfları; bu bilgilerden sonra bir defa daha düşünmeli değil midir?..
Acaba, “malûm mahfil ve odaklar” tarafından “kışkırtılmak” isteniyor olabilirler mi?..
Onların, kulağına Yavuz Sultan Selim’in “Alevi cellâdı”(!) olduğunu söyleyenlerin asıl amacı, “Büyük Türkiye” stratejisini akamete uğratmak olamaz mı?..
Hele sorurn kendinize;
Ergün Diler’in ifadesiyle, “Cumhuriyet’i kuran irade Londra’da” ise, “Cumhuriyet’in 100. yılı”nda da ipleri elinde tutmak için; “Türk-Kürt, Sünni-Alevi, Laik-Dindar çatışması”nı körüklüyor olamaz mı?..
Bana sorarsanız, derim ki;
Özellikle bugünlerde herkes “uyanık” olmalı ve kurulacak “tuzak”lara dikkat etmelidir!..
Unutmayalım ki;
“Baron”lar ve “Şaron”lar pusudadır!..
Ağaç sevgisi tamam da, bir de “insan”ı sevebilsek!
Herkes “demokratik tepki”sini elbette gösterecektir... “Ağaç sevgisi” olan ağacı, “toprak sevgisi” olan toprağı, “hayvan sevgisi” olan hayvanı korumak için elbette “gösteri” yapacak, elbette tavrını koyacaktır...
“Taksim’deki Gezi Parkı” için eylem yapanların da “demokratik hak”larını kullandıklarını düşünüyorum.
Ne var ki; bu tepkiyi ortaya koyanlar, acaba “kendilerini kışkırtanlar”ın, nasıl bir “orman katliamı”na göz yumduklarını ve şu anda da “katledilen ormanlar üzerinde inşa edilen villalarda oturduklarını” biliyorlar mı?..
Bir de, şöyle bir itirazım var:
Bu ülkede “ağaca, toprağa ve hayvana” gösterilen duyarlılık, acaba “insan”a, özellikle de “dindar bir insan”a niye gösterilmez?..
Taksim’de “ağaçlar sökülmesin” diye nöbet tutanların, İzmir Karabağlar’daki Şeker Mevhibe Ortaokulu’nda görev yapan “başörtülü” öğretmen Mehtap Akköprü’nün, “okuldan sökülüp atılması” için, bazı “hayvan”lar tarafından “tehdit” edildiğinden haberleri var mıdır acaba?..
Tamam; ağaç topraktan sökülmesin ama insanlar da “inanç”larından sökülmesin!.. “Duyarlı” olacaksak, her alanda olalım...