Reyhanlı’dan Gezi Parkı’na
Gezi Parkı olaylarının Reyhanlı saldırılarının bir devamı olduğundan hiç kuşku yok. Nitekim Başbakan Erdoğan bunu doğru teşhis etmiş ve şunları söylemiştir: “Türkiye’nin zincirlerini kırdığı anda Reyhanlı saldırısı geldi ve sonra da Taksim olayları…” Taksim olayları Reyhanlı’nın bir devamıdır. Reyhanlı’yı yapanlar Taksim Gezi Parkı olaylarının da arkasındadırlar. Menhus ruh ikisinde de aynıdır. Nitekim Gezi Parkı olaylarından sonra Reyhanlı halkının nabzı tutulmuş ve halk bu gösterileri hayretle ve şaşkınlıkla karşılamıştır. Vicdanen onay vermemiştir. Buna mukabil, BBC Esat’a ilgi duyan Samandağ ilçesindeki halkın nabzını tutmuş ve bunlar ise kesinlikle Gezi Parkı eylemine sözel destek vermişlerdir. Dolayısıyla bu karşılaştırma Reyhanlı ve ötesinde Gezi Parkı’nın bir kamplaşmaya alet edildiğini göstermektedir. Nitekim modern Safevi kampını temsil eden kalemler Gezi Parkı olaylarıyla birlikte Erdoğan’ı devirme umuduna kapılmışlardır. Şimdiye kadar 93 bin Suriyelinin ölümünden sorumlu Beşşar’ın gitmesine karşı çıkanlar birkaç ağaç uğruna Erdoğan’ın gitmesi için çanak çömlek ve tencere patlatıyor ve eylem yapıyorlar. Başbakan Erdoğan’ı normal yollarla deviremeyeceklerini kestirenler onu yıpratarak sandık dışında sırtını yere getirmek istiyorlar. Onu böyle olaylarla yıpratmak istiyorlar. Ayağının sürçmesini bekliyorlar ve bekledikleri anın da Gezi Parkı olaylarıyla geldiğini düşlüyorlar. Ondan sonraki aşama da planları, Türkiye’de Tahran’daki veli fakih veya modern Alkemi’ye bağlı Lübnan tipi bir vekalet hükümeti kurdurmak olacaktır. Bu hizmeti Kılıçdaroğlu mu deruhte eder başkası mı, bilemeyiz!
¥
Gezi Parkı olaylarıyla alakalı olarak küresel ve bölgesel şamatacılar oluştu. Bölgesel şamatacıları Safevi-Siyonist eksen olarak tanımlamak mümkün. Küreselleri de ABD ve AB! Bir zamanlar diyalog toplantılarının vazgeçilmez ismi Lübnanlı Şii Muhammed Nureddin de bu Safevi şamatacılarından ve ‘Türk baharı ve Erdoğan’ın Sonbaharını’ yazmış. Patronları namına, asabiyeti namına gönlü öyle istiyor. Halbuki, tersinden de bakanlar var. Esat’ın gitmesi Hizbullah yalanının da bitmesi ve sönmesi anlamına geliyor. Lübnanlı Fadl Şakir Esat’ın gitmesinin Hizbullah’ın sonu olacağını söylemektedir. Suriye durağı aşıldığında İsrail de kurtulamaz. Esat hem Hizbullah’a hem İsrail’e siper oluyor. Nitekim, Beşşar Esat’ın dayı oğlu ve Suriye derin kasası Rami Mahluf ölen gazeteci Antony Şadit’e yekten İsrail’in zırhı olduklarını itiraf etmişti (Assad cousin to New York Times: No stability in Israel if there’s no stability in Syria Rami Makhlouf, a member of Syria’s political elite, By Haaretz Service and Reuters | May.10, 2011 | 9:15 PM | 6). Nasrullah bunları unutmuş olacak! Nasrullah bu nedenle Suriye’de (Bush gibi) önleyici darbeye başvurduklarını ifade etmektedir. Irak’a önleyici darbeyi Bush’la birlikte vurmuşlardı. Burada da aynı çevrelerden yeşil ışık almış olmalılar ya da boşluk buldular. Irak’tan, hükümet sözcüsü Ali Musevi’nin de itirafıyla Irak dahil Şii dünyasının her yönünden mezhep milisleri Suriye’ye akın ederek mezhep savaşı veriyorlar. Şia’nın kutsal eşiklerini koruduklarını ve savunduklarını söylüyorlar. Buna mukabil Nasrullah birilerinin Suriye savaşını mezhep savaşına çevirmek istediğini savunuyor. Bu kendi değilse kimdir acaba? Bu nedenle Nasrullah’ın adı Lübnan’da ‘Seyyid el kezib’ yani yalanların efendisine çıkmış bulunuyor. Yalancıların efendisi yalanları saydırıyor. Hâlâ Esat gibi Suriye’ye dönük evrensel projeden ve komplodan bahsediyor. Lakin zımni olarak 2006 Temmuzundaki gibi bu defa dünyanın tamamı değil sadece yarısının kendilerine karşı olduğunu da itiraf ediyor. Niye acaba? Bilin bakalım niye? Zira İsrail ile değil yalan gerekçelerle Suriye’nin masum halkıyla savaşıyor ve öldürüyorlar!
¥
Nasrullah da Türkiye’de olsaydı Samandağlılar gibi Gezi Parkı’nda göstericilerin arasına katılırdı. Gerçi burada onu temsil edenler de var.
Bölgesel şamatacılar yani Safevi-Siyonist ekseninin ortak düşmanı, Osmanlılar. Şimdi sırt sırta vermiş bu kontra cephe ‘Yeni Osmanlıları denize dökelim’ naraları atıyor. Banyas katliamını Hizbullahçılara ballandıra ballandıra anlatan yeni bebek katili Mihraç Ural Sahil halkı olarak ortak düşmanlarının Selçuklu- Osmanlı olduğunu söylemişti. Ne tesadüf İsrail Altyapı Bakanı Silvan Şalom da aynı duyguları paylaşmaktadır: “İsrail, Türkiye ile ilişkileri geliştirmeden yanadır ancak aynı anda yeni Osmanlılardan da kurtaracak her türlü gelişmeyi memnuniyetle karşılar …” Şalom ile Hataylı Mihrac Ural’ın bakış açısı aynı. Osmanlı düşmanlığı. Gezi Parkı olaylarının arkasında birikmiş kin var. Bunun nedenlerinden birisi de üçüncü köprüye Yavuz isminin verilmesidir. Yavuz’a karşı çıkanlar mezhep ya da meşrep dürtüsüyle hareket ediyorlar. Son olaylar muvacehesinde ABD ve AB Türkiye’ye karşı İran ekseniyle birlikte hareket ediyor. Şamatacılıkla ortak hale geldiler. Birkaç gösterici üzerinden Türkiye’nin demokratik yapısını sorguluyorlar. Herkes biliyor ki Erdoğan sandıkla geldi sandıkla gider. Sandığa rağmen iktidarda kalamaz. Öyleyse bu sandık dışında çökertme projesi niye? Türkiye’nin güçlenmesi ve parlamasıdır. Çekemiyorlar. Osmanlı takıntısı içinde İran ve AB’ye naçizane bir tavsiyem olacak: Aynı kazan içinde kaynasınlar. Türkiye yerine AB’ye İran’ı alsınlar. Yakışırlar, uyum içinde geçinip giderler!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.