Laik rejimin adalet sistemi-1
Şu “Gezi Parkı” olayı sıktı artık. Sanki ülkede başka bir şey olmuyor, bölgede başka bir gelişme yaşanmıyor gibi, bütün dikkatler Gezi Parkı’nda. Birileri parkta, birileri de park’la yatıp kalkmaya devam ededursun, hadi biraz bizi derinden etkileyen daha önemli ülke gerçeklerine dönelim.
Kimdir, necidir tanımam; ne yapmıştır da hapsedilmiştir bilmem; ama olay, laik rejimin hukuk sistemini göstermesi bakımından tam bir prototip. Vücudunun yüzde 92’si felçli bir mahkûm, Fikret Bayram, 14 yıl cezaevinde kaldıktan sonra tahliye edilmiş. Defalarca Adli Tıp Kurumu’na ve Cumhurbaşkanı’na başvurulduğu halde tahliye edilmeyen felçli mahkûmun nihayet bırakılmasına dair haber, “Laik rejimin adalet sistemi”ni de gösterir nitelikte.
Adalet Bakanı açıklamıştı; Türkiye’de 2000-2012 yılları arasında Cumhurbaşkanları 289 mahkûmun cezasını affetmiş. Bu konuda rekor, 259 af ile Ahmet Necdet Sezer’in. Abdullah Gül ise, 2012’nin sonuna kadar 30 mahkûm için af yetkisini kullanmış.
Mevzuata göre, sürekli hastalık, sakatlık ve kocama halinde bulunanlar veya hastalığa maruz kalanlar, ya da sürekli bir kişinin bakımı ile yaşantısını sürdürebilenler tespit edilerek sağlık kurulu raporu alınıyor. Bu rapor Adli Tıp Kurumu’na da teyit ettirilebiliyor. Daha sonra Cumhurbaşkanı’na müracaat ediliyor. Cumhurbaşkanı, gerek görürse mahkûmu affediyor.
Burada kriter şu: “Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama halinde olmak veya hastalığa maruz kalmak, ya da yaşantısını sürdürebilmek için başkasının bakımına muhtaç olmak.” Bu olursa, af mümkün. İşte son iki Cumhurbaşkanı, bu gerekçeyle af yetkisini kullanmış.
Ancak, Sezer’in affettiği mahkûmların çoğunluğunun “terörist” olması dikkat çekici ve Laik rejimin adalet sistemi hakkında önemli bir ipucu veriyor. Sezer’in, “böbrek yetmezliği, sürekli trakeostomi, sürekli hastalık, sürekli sakatlık, kocama, kanser, flask hemipleji, kronik renal yetersizliği, Wernicke Korsakof, kanül, akıl hastalığı, hafızada bozukluk, hipertansiyon, sakatlık” gerekçeleriyle affettiği suçlular arasında çok sayıda PKK, TKP-ML, TİKKO, TİKB, Dev-Sol, MLKP, THKP-C, TDP, TKİP, TEKP, DHP, Dev-Yol gibi terör örgütü mensubu ile katil, tecavüzcü, gaspçı çete mensubu, uyuşturucu kaçakçısı gibi suçlular var.
İlginçtir, Abdullah Gül’ün affettikleri arasında da “yasadışı TİKKO örgütüne üyelik”, “birden fazla kişiyi öldürmek” ve “evrakta sahtecilik” suçları işleyenler var. Sürekli hastalık, ALS, kocama, beyin tümörü, felç, kronik böbrek yetmezliği, kanser hastası olanlar affedilmiş.
Şimdi dikkat:
Sezer’in “sürekli hastalık, sakatlık ve kocama halinde olmak veya hastalığa maruz kalmak, ya da yaşantısını sürdürebilmek için başkasının bakımına muhtaç olmak” hallerinden biri sebebiyle affettiği mahkûmlardan Doğan Karataştan, hapisten çıktıktan sonra “terör örgütü üyesi olmak, korku ve panik oluşturacak şekilde patlayıcı madde atmaya azmettirmek” suçlarından tekrar tutuklanır. Deniz Bakır protesto gösterilerinde çıkan olaylara katılmaktan, Mürşit Aslan ise PKK adına para toplamaktan yeniden cezaevine girer. Yine, Sezer’in affettiği Ökkeş Karaoğlu, Okan Ünsal ve eşi Berna Ünsal ise, PKK teröristi olarak askerle çatışırken ölü ele geçirilir.
Hani bunlar “sürekli hastalık, sakatlık ve kocama halinde olmak veya hastalığa maruz kalmak, ya da yaşantısını sürdürebilmek için başkasının bakımına muhtaç olmak” hallerinden biri sebebiyle bırakılmışlardı?
Demek ki böyle değillermiş. Ve demek ki Cumhurbaşkanı, dosyası uygunsa teröristleri de affedermiş...
Bir taraftan bunlar olurken, diğer taraftan, vücudunun yüzde 92’si felçli olup, yaşaması için bir başkasının yardımına ihtiyacı olan Fikret Bayram’ın 14 yıl cezaevinde tutulması acaba hangi adalete uygun düştü?
Bir mahkûm, eğer bilumum sol, dinsiz-imansız, ırkçı terör örgütlerine mensubiyetten cezaevine girer de, şartları uygun olmadığı halde dosyası uygun diye cezası affedilirse...
Diğeri ise, af için bütün şartları taşıdığı halde, sırf Hizbullah örgütüne mensup diye, yani açıkçası, sırf müslüman diye dosyası hazırlanmadığından 14 yıl hapiste tutulursa...
Üstelik, bu kişi (Fikret Bayram), Adli Tıp Kurumu’nun “kalıcı sakatlık raporu” üzerine 1998’de Demirel tarafından affedildiği halde, Hizbullah davasından içeride olduğu anlaşılınca raporu, “kalıcı sakatlığı yoktur”a çevrilerek aftan geri dönülmüşse...
Bunu neyle, nasıl açıklayabilirsiniz?
“Laik rejimin adalet sistemi”nin tek taraflı, sadece “İslam’ı hayat sistemi olarak benimsemeyen”lere doğru işlemesi sebebiyle olabilir mi acaba?
Hakikatleri anlamaya yardımcı olacak bir prototip üzerinden bu sonuca varıyoruz. Sistemin gerçek niteliği ise yarının konusu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.