Başbakan’ı eleştirmek…
Yıl 1915…
Osmanlı Devleti, Çanakkale dâhil, beş cephede varlık mücadelesi veriyor...
O sırada İttihad ve Terakki iktidarı var ve Enver Paşa, Padişah’tan sonraki en etkili isimdir…
Yunanlılarla Ermeniler, Enver Paşa ile Sadrazam Said Halim Paşa hakkında envai çeşit spekülasyon üretiyorlar. İçimizdeki yandaşlarını da kullanarak her türlü iftirayı fütursuzca atıyorlar.
Esasen Paşa’ların (ve tabii İttihad-Terakki iktidarının) eleştirilecek yanları çoktur, ama bu eleştirilerin başka amaçlara yönelik olarak dışarıdan gelmesi ve yedi düvelle savaşan Osmanlı’yı karıştırmayı amaçlaması, Bediüzzaman’ı çok rahatsız ediyor. Enver Paşa ile hükümete yönelik tüm eleştirilerini bıçak gibi kesiyor…
Bunun sebebini soranlara ise şu tarihi cevabı veriyor: “Ben tokadımı Atranik’le beraber (Ermeni/Taşnak Komitesi Reisi) Enver’e, Venizelos (Yunan Başbakanı) ile beraber Said Halim’e (Osmanlı Sadrazamı) vurmam! Vuran da nazarımda sefildir!” (Sünûhat).
Neden anlattım?.. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı ve hükümetini zaman zaman eleştirdiğimi beni dinleyenler ve okuyanlar bilirler. Bunu “Hakkın hatırı âlidir, başka hatırlara bakılmaz” (Bediüzzaman) hükmü çerçevesinde menfaatsiz ve beklentisiz yaptığımı da beni tanıyanlar çok iyi bilir…
Şu Gezi Parkı olaylarının başladığı günlerde de “sert” ve “uzlaşmaz” gibi gözüken tavrından dolayı Başbakan’ı eleştirmiştim. Ağacın ve çevrenin tarihi kıymetini anlatan pek çok örnek de vermiştim…
Konu ağaç ve çevre olsaydı, haklı olacaktım; fakat gelişen olaylar ağacın ve çevre duyarlılığının sadece istismar edildiğini, asıl meselenin sandıkta elde edilemeyeni sokakta elde etme ihtirası olduğunu gösterdi.
Halka “bidon kafalı”, “göbeğini kaşıyan adam”, “karafatma” (örtülü kadınlarımıza) diyenlerin halktan umutları kalmadı. Bin seçim yapılsa kaybedeceklerini anladılar ve son çare olarak Türkiye’yi karıştırma amacıyla sokağa döküldüler… Taksim’i işgal ettiler… Atatürk Kültür Merkezi’ne ve heykel çevresine paçavralarını astılar… Bu tamamıyla plânlı ve örgütlü bir saldırıydı…
Sloganlarla duvar yazıları bile reklam ajanslarında belirlenmiş, bazı oteller ve marketlerle gizli anlaşmalar yapılmış, eylem alanları belirlenmiş, tencere-tava olayları hortlatılmıştı.
Başbakan, radikal/terörist unsurların, benim gibi saf niyetlilerden ayrışması için birden yumuşadı, ancak çok güçlü ve kendine güvenli iktidarların verebileceği tavizler verdi…
Hiçbir temsil sıfatı olmayan, ama kendilerinde güç vehmeden gruplara Bakanlar Kurulu’na bile ayırmadığı zamanı ayırıp saatlerce görüştü.
Gezi Parkı’nın akıbeti için mahkeme kararının bekleneceğini, lehte sonuçlansa bile İstanbul halkına sorulacağını söyledi.
İpler o anda koptu. İçeride olumlu konuşanlar, dışarı çıkar çıkmaz maskelerini indirip gerçek yüzlerini gösterdiler, niyetlerinin “üzüm yemek” olmadığını “Bağcı dövmek”, yani iktidarı sokak hareketleriyle devirmek olduğunu belli ettiler.
Başbakan haklı çıkmıştı. Meğer önceden yaptığı bir “niyet okuma” değil, iç yüzlerini deşifre etmekmiş.
Artık iş “gösteri” olmaktan çıkmış, devlete meydan okumaya dönüşmüştü. Bu “İşgal” bu amaçla sürdürülüyordu.
Bu aşamada elbette devlet refleksi devreye girecek ve devlete meydan okuyanlar dağıtılacaktı. Sözün kısası, Başbakan haklı çıkmıştı.
Bir karar aldım: Şu bela savuşuncaya, iç ve dış menfaat şebekelerinin oyunu bozuluncaya kadar, Başbakan’ı ve hükümeti alenen eleştirmeyeceğim. Eleştirilerimi başka kanallardan duyuracağım.
Çünkü sorumsuzlarla, faiz lobileriyle, borsa cambazlarıyla, tenekeleri Mercedes fiyatına satıp semirdikten sonra terörü destekleyenlerle, İsrail’le, AB ile aynı safta görünmek istemiyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.