Tam ‘Nerede Bu Devlet’ Diyecektim Ki…
Süreç yöneticileri “zinhar pazarlık yoktur” dedikçe, terör örgütü ve uzantılarının resmi ağızları “Öcalan’a özgürlük başta olmak üzere üç aşamalı koşul paketimiz var” dediler…
Süreç yöneticileri “tek devlet, tek bayrak, tek millet” dedikçe, terör örgütü ve uzantılarının resmi ağızları “MİT-Öcalan müzakerelerinde alınan kararlar mucibince ‘Kuzey Kürdistan Birliği’ adı altında toplantılar yapıp, kendi kaderlerini tayine etme iradesini ortaya koydular. Özerk ve bölgesel yönetim talebimizdir, bu iradeyi uluslararası kuruluşların da denetimine sokacağız” dediler…
Süreç yöneticileri " silahlarını bırakıp ya da gömüp de gitsinler" dedikçe, terör örgütü ve uzantılarının resmi ağızları “silahlarla çekileceğiz, hodri meydan” dediler…
Bunun gibi onlarca “çelişkiyi” âcizane farklı analizlerle takviye edip “Etmeyin eylemeyin bütün inisiyatifin PKK'nın ve arkasındaki güçlerin elinde olduğu bu süreçten barış filan çıkmaz, bilakis PKK'nın meşruiyetini ve tescilini sağlıyorsunuz, çünkü…” diye başlayan onlarca yazı yazdım…
Ülkeyi yönetenlerin “Kürt sorunu ile PKK sorunu karıştırılmamalı bunlar farklı şeyler” politikasından vazgeçip “iki sorunu da aynı potada eritmeye çalışmasını” çözüm süreci diye adlandırılmasının traji komikliğini usanmadan yazdım…
Artık tam tenkit modundan çıkıp “Nerede bu devlet? ” moduna geçirip haykırmak üzereyken Başbakan Erdoğan’ın Dolmabahçe’de Akil İnsanlar nihai raporlamasını teslim alırken “PKK’nın %15’i sınır dışına çıktı” demesi, başta akiller olmak üzere kafayı kiraya vermiş ve önüne ne koyulursa yemeye hazır ultra yandaş kitleleri sarsmaya yetti!
Hani Başbakan ‘süreci biz değil devlet yönetiyor’ diyordu ya… İşte o devletin MGK’sı ve diğer “akılları” devreye girdi zâhir!
Başbakan Erdoğan’ın protest bir kıvamda “kral çıplak” demesi, bölgeden askerin çekilmesi konusunda PKK beklentilerini dikkate almaması ve emniyet-asayiş sahasında askeri bürokrasi (MGK) uyumlu hareket etmesi son derece ‘olumlu’ gelişmedir.
Hele hele ‘barış gelsin de nasıl gelirse gelsin’ diyen, paratonerlikten öte bir fonksiyonu icra etmediğini düşündüğüm âkillerin PKK sözcülüğüne savunup; “verin şu istediklerini de kurtulun” üslubuyla çözüm diye öne çıkardıkları ana dilde eğitim konusu gibi bazı talepleri baştan elinin tersiyle itmesini de bağlamda değerlendiriyorum.
Anlaşılan sözde PKK çekilmesinde “Devlet” görevinin başındaymış!
28 HAZİRAN LİCE OLAYLARININ GERÇEK YÜZÜ:
Apo tişörtlü yüzlerce kişi “buralarda T.C yok” imajı ve ‘alan hâkimiyeti’ görüntüsü vermek adına aylardır Cizre, Yüksekova ve Şırnak merkezde yol kesip kimlik kontrolü yapıyor! Bu sözde Özerk Kürdistan’ın güvenlik gücü rolüne soyunanlar hakkında Hüseyin Çelik “Üniter bir devlet yapısında bu görüntüler kabul edilemez” diyor! Bizim de “orada üniter bir devlet otoritesi olsa bu rezillikler yaşanır mı?” diye sorasımız geliyor! Şırnak Valisi’ne ne demeli? "Görüntülerin başka yere ait olduğunu düşünüyoruz" diyor! Aslında olan biten her şeyden haberli! Müdahale etse bir yanda açılımcıların diğer yanda örgütçülerin günah keçisi olma riski de var! Neticede “idare-i maslahat” yapıyor!
Düşünsenize; terör örgütüyle masaya oturuyorsunuz, ‘sınır dışına çıkacaksınız’ diyorsunuz, onlarda iyi o zaman ‘gerilla çekilirse askerde çekilecek’ diyor! Böyle bir müzakere konusu var mı yok mu bilemem, lakin elin teröristine devlet muamelesi çekip muhatap alırsan işte sana da böyle muamele çeker!
Aslında çekilme filan yok! Sadece ufak tefek hareketlenmeler ve propaganda malzemesi olacak birkaç enstantane görüntü var… “Gündüz külahlı gece silahlı” teröristler sözde çekiliyor! Ama ardından "Demokratik Kurtuluş" adı altında örgütlenip, sivil halk kisvesiyle askeri kontrol noktalarını taşlıyor ve ateşe veriyor! Asker, sivil halka ateş açmaya zorlanıyor! Tüm askeri etkinlikler sınırlanmak isteniyor. Daha sonrada tecavüz ve saldırılar had safhaya ulaşınca, asker de müdahale etmek zorunda kalınca, ‘yavuz hırsız ev sahibini bastırır’ misali "Lice’de asker barışın önüne geçmiştir” diye suçluyorlar.
Netice itibariyle,
1 ) MİT-Öcalan süreci ve her dönemde Türkiye ile sorun yasayan devlet ve odakların maşası olan PKK’nın sınır dışına çıkış mimarisi, ciddi bir meşruiyet tahribine yol açmıştır. Hatta ülke makro siyasetinde ve geniş kitleler nezdinde ağır sıkıntılara, kaygılara ve travmaya yol açmıştır. Söz konusu tahribatta derinleşme ve genişlemeler halen sürmektedir. Süreç her türlü dış müdahaleye açık hale gelmiştir. Başbakan Erdoğan bu konuda gerçekleri görmüştür. Başbakanın gördüğü başka bir gerçek ise, süreç yönetimini belli ve dar bir çekirdek kadro ile yönetmenin dezavantajlarıdır!
2 ) Terör örgütünün ‘barış’tan anladığı ve ‘Çözüm Süreci’ne bakışı artık yüksek sesle ilan etmelerinde sıkıntı görmedikleri ‘Özerk Kuzey Kürdistan’a kapı açacak idari ve hukuki taleplerdir! Bu saatten sonra her türlü “romantik barış” zırvalarıyla sürece destek verenler “Kuzey Kürdistan” projesinin bilinçli veya kandırılmış ortağıdır!
3 ) Terörün sona ermesi bu ülkedeki her bir bireyin temel arzusu, tek dileğidir. Ama "terör bitsin de nasıl biterse bitsin" denildiği bu noktada, silahsızlanmamış terör örgütü, “Demokles'in Kılıcı” misali Kandil'de otururken "kan durmuştur, barış gelmiştir" diyebilmek en basit tabirle safdilliktir. Teröristin silahlı olduğu, ordunun silahsız olduğu her masabaşı görüşmesi asla bir mutabakat, bir müzakere değildir; bir nevi ‘Rehine Pazarlığı’ ve bir nevi ‘Şantaj Masası’dır.
Bu ülkenin yazgısına kardeşliğine ve birliğine doğrulttuğu silahıyla hem pis pis sırıtıyorlar hem de bin bir talepte bulunmaya devam ediyorlar! Kimsenin şüphesi olmasın; sınır dışına çıksalar da, tüm istekleri verilse de, 30 yıldır kan akıtan bu ayrılıkçı terör örgütünün elleri hep tetikte olacaktır!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.