Yağmurda yanmak!
“Ramazan” “ramda” mastarından “yanmak” manasına gelir…
Günahlar yanar Ramazan’da…
“Ramadiyu” masdarından alınırsa, anlam “yağmur”a dönüşür…
Günahları yıkar…
Kalbleri yıkar…
Arınmamız için büyük fırsattır.
“Onbir ayın sultanı” olarak selamlanır ramazanlar bizde: “Kur’an Ayı”, “Rahmet Ayı”, “Mağfiret Ayı” olarak nitelendirilir.
İzninize bunlara bir madde de ben eklemek istiyorum: Ramazan aynı zamanda “Birlik Ayı”dır…
Bu hükmü bir kamuoyu araştırmasına dayandırıyorum: Geçtiğimiz yıllarda yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre, toplumumuzun yetişkin nüfusunun yüzde seksen beşi (sürekli ve arada bir olmak üzere) oruç tutuyor…
Demek ki, toplumumuzun yüzde seksen beşi yaradılış hikmetine uygun olarak, yüreklerini Allah yolunda bütünlemiş olarak gönül gönüle Allah’a yürüyor…
Bence bu toplumsal mânâda “birlik-beraberlik” özlemimize çok önemli bir vurgudur...
Ayrıca “birlik-beraberlik” özleminin hangi adreste gerçekleşeceğini gösteren bir işarettir...
Şimdiye kadar her kesimden pek çok kişi (siyasetçiler dâhil) “birlik-beraberlik” vurgusu yapar, ancak herkes kendini (ideolojisini, siyasetini, tarikatını, cemaatini, v.s.) adres gösterdiği için, “birlik-beraberlik” bir türlü gerçekleşmezdi… Artık adres belli: Oruç!..
Yürek ritmimiz oruçta bütünlendiğine göre, bu olguyu sağlayan inanç unsurunu daha fazla görmezden gelmemiz mümkün değil.
İnanç manzumesinin dışında birlik arayanların hüsranına tarih şahittir. Bunun en taze örneği de Sovyetler Birliği’dir. İdeolojik yapılanma çerçevesindeki gerçekleştirileceği düşünülen birlik-beraberliğin ömrü (silahlı tehdide ve menfaat ilişkilerine rağmen) sadece bir insan ömrü kadar olabilmiştir. Silahlı tehdit ortadan kalkar kalkmaz toplumlar ya camiye, ya kiliseye, ya da havraya (kendilerini nereye ait hissediyorlarsa oraya) koştular.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, daha kurulduğu yıllarda komünizmin devlet projesinin çökeceğini söylerken, sanırım, beşeri hedeflerde sağlanacak “birlik-beraberlik”lerin uzun ömürlü olmayacağı görüşünden hareket ediyordu…
Bunun için de “birlik-beraberlik” özleminin ipuçlarını veriyordu:
“Allah’ımız bir, Peygamberimiz bir, Dinimiz bir, Kitabımız bir, Kıblemiz bir... Bir bir bir... Yüzlerce bir...”
Sayılan “bir”ler özlenen birliğin özüdür...
Düşünün: Allah’a inanan herkes “Allah’a iman” esasında birleşmiş, bir anlamda “birlik” olmuşlar, Peygamber Efendimiz’e inananlar “Mü’minler ancak kardeştir” hükmüne tabi olup kardeşleşmişler...
Oruçta bütünleşmiş, teravihte omuz omuza vermişler...
Bunun bir de “milli birlik” boyutu var ki, onun da ekseni, ortak tarihtir: Özellikle Çanakkale Savaşları ile İstiklâl Savaşı’mız yürek ritmimizi bütünleyen olgulardır…
Açıkça söylemek gerekirse, Çanakkale ve Dumlupınar sırtlarında ninelerimizle dedelerimizin uğruna şehit oldukları kutsalların yeniden inşasıyla ihyası, “birlik-beraberlik” özleminin dinamosu olabilir.
Çekirdeği iman, zemini Çanakkale olan “birlik beraberlik” bilincimizi ne Gezi olayları aşabilir, ne de Avrupa’nın çomak sokmaları sarsabilir...
Her ramazanda tazelenen özgün dinamiklerimiz sayesinde tüm renklerimizle birlikte “kardeşçe” yaşar gideriz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.