Siyonistler ve Piyonistler... Tek amaçları İsrail’in güvenliği
Prof.Dr. Ömer Faruk Korkmaz, Salı günü saat 14.00 civarında Habertürk’te, “İsrail gazetesi Haaretz’i olaylar başladıktan 2 gün sonra okuduğunu” ifade ettikten sonra, Haaretz’de şöyle yazdığını söylüyordu:
“Başta Mısır olmak üzere, Ortadoğu’da istikrarsızlık ne kadar artarsa, İsrail’in güvenliği o kadar artar.”
İsrail’in bakış açısı bu...
Sadece İsrail’in mi?..
Amerika da böyle bakıyor.
Tabiî, Avrupa da!..
Bütün yapmaya çalıştıkları;
“İsrail’in güvenliği”nden ibaret!..
Yeter ki;
“İsrail güvende” olsun!..
Tüm dünya yansa da, hiçbir kıymet-i harbiyesi yok... Tüm dünya kan gölüne dönse de önemi yok!..
Her şey İsrail için!..
Sadece bugün değil,
Bu; dün de böyleydi...
TÜRKİYE İÇİN 4 MADDE
Bugün, izniniz olursa, okurum Emrah Gülcemal’in, gündemle ilgili bir yazısına yer vermek istiyorum.
Emrah Gülcemal, birkaç gün önce gönderdiği “Siyonistler... Piyonistler” başlıklı yazısında demiş ki;
“Okumaya, bilgi edinmeye, tefekküre ihtiyacı olanların, özellikle “tarih şûuru”nun önemini idrâk edenlerin yakından takip etmesi gereken bir dergi “Derin Tarih”…
Aylık olarak neşredilen dergi, ayrıca her ay ek olarak okuyucularına bir de, ücretsiz kitap hediyesiyle ayrı bir kültür hizmeti sunmaktadır. Haziran 2013’de 15. sayısıyla birlikte; Mevlânzâde Rıfat Bey’in; “Siyonistler Osmanlı’yı Nasıl Yıktı?” kitabını yayınladı. Yaşadığımız şu güncel Gezi Parkı olaylarının daha net bir şekilde anlaşılmasına vesile olacağı düşüncesiyle bu kitaptan kısa bir alıntıyı dikkatlerinize arz ediyorum:
“Malûmdur ki, Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra Osmanlı Hükümeti’nin idaresi tam manâsıyla Siyon Yahudi Cemiyeti’nin İttihâd ve Terakkî namındaki teşkilâtına tâbi devlet adamlarının eline geçti.
1909 senesi Ekim’inin hatırımda kalmayan bir gününde İttihâd ve Terakkî, Selânik’te bütün mebuslarının katılımıyla muazzam kongresini yaptı. Bu genel toplantının dışında ileri gelenler ve reislerden oluşan bir heyet ayrıca bir gizli oturum tertip edip Siyon Cemiyeti’yle ona bağlı Doğu Yahudi Mason Locası’nın “Bundan sonra Türkiye nasıl idare olunacaktır?” sorusuna aşağıdaki dört maddelik kararla cevap verdiler:
1. Bundan sonra Türkiye’de dinin nüfuz ve kuvvetini kırmak.
2. Türkiye’nin mali ve iktisadi kaynaklarını kardeşler arasında bölüşmek.
3. Hilâfeti saltanattan ayırıp zaafa uğratmak.
4. İmkân bulunca cumhuriyet ilân edip Osmanlı Hanedanı’nı ortadan kaldırmak.
İT’LER VE SİYONİSTLER!
Bu kararın ülke içinde hükümlerinin yerine getirilmesi ve dışarıda propagandasının yönetilmesi Siyon Cemiyeti memurlarına havale edildi. Bunlar her şeyden evvel Türk Basını’nı türlü türlü vasıtalarla elde ettiler. Ve gayelerine doğru yönlendirmeye başladılar.
Osmanlı Ordusundan karakterleri zayıf ve fakat hırsları şiddetli bazı komutan ve subayları, mülki idarenin çeşitli şubelerinden bazı memurlar ve önde gelenleri, şehir ve kasabalarında bazı nüfuzlu zorbaları elde edip bir kısmını doğrudan doğruya Doğu Mason Locası’na, bir kısmını da İttihâd ve Terakkî’nin görünür teşkilâtına bağladılar, güvendiklerini hemen yüksek makamlara ve ordunun komutan konumuna yükseltip devletin iç işleri, dış işleri, maliye, askeriye, denizcilik ve mahkemeler ile subaylarına hakim oldu. Herkese de devlet ekmeğinin ancak bu ocağa, İttihâd ve Terakkî Ocağı’na girerek tedarik edebileceği kanaatini verdi.
Velhâsıl devlet işleri Siyon Cemiyeti’ne bağlı İttihâd ve Terakkî Yöneticilerinin eline bu suretle geçince birkaç ay içinde yağmayla, hırsızlıkla, ihtikarla, öldürme ve sürgünle zengin olmak, milyoner olmak imkânı da bulununca iş bütün bütün çığrından, mecrasından çıktı. Bir eşkıyalık devri başladı.” Rıfat Bey, M, Siyonistler Osmanlıyı Nasıl Yıktı? ss, 70-72
Yukarıda, “Türkiye Nasıl İdare Olunacaktır?” sorusuyla ilgili alınan dört maddelik karar, üzerinde çok ciddi olarak düşünülecek, dünüyle-bugünüyle derin muhasebesi yapılacak, dost ve düşmanı tefrik etmede, tanımada çok önemli ip uçları veren ifadelerdir.
Maalesef o günden bugüne Siyon Cemiyeti’nin direktifleri doğrultusunda yayınına devam eden bu hayâsız ve mayasız yazılı-görsel ve sosyal medya saf halkı ve orduyu iğfale özen göstererek bir takım kulağa hoş gelen kavramların perde arkasında programını tatbik ve icra edip ülkeye büyük acılar yaşattı.
İttihâd ve Terakkî’nin siyaset sahnesindeki tek temsilcisi ise Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Ülkede inanç, iman, ahlâk, milli ve manevi değerler, huzur ve istikrar için kurulan tuzakların daima düzenleyicisi olmuş, teşvik ve destekten geri durmamıştır.
Kaide, kural, otorite tanımayan, devlet otoritesinin hürriyetleri ve insan mutluluğunu kısıtladığını ve bu yönden devletlerin tamamen ortadan kalkması gerektiğini öne süren bir doktrindir anarşizm.
GEZİ’DE DIŞ PARMAK
Bu doktrinin kölelerine, kör hempalarına, otorite tanımayan, karışıklıktan fayda uman, yıkıcı, bölücü, idrâk yollarında enfeksiyon olan anarşist ve teröristlerle hayatın her alanında onlara doğrudan ve dolaylı olarak destek veren teşvik eden, koruyan ve kollayanlar bilerek veya bilmeyerek “siyonizmin piyonları”dırlar.
Anarşist, terörist, kapitalist, komünist, materyalist, sosyalist, satanist, sadist, piyanist, Siyonist, piyonist…
Yani, sonunda “İST” olan ne kadar izm veya doktrin varsa; hiçbirinin kitabında Allah, Peygamber, İman, Ahlâk, Vefa, Ar, Namus, Edep, Hayâ, Günah, Sevap, Helal-Haram, Kul Hakkı, İyilik ve Güzellik ve İnsanlık adına hiçbir şey bulunmaz.
Kitapsızların hayat felsefesi üretmek değil, tüketmektir…
Yaşatmak değil, öldürmektir…
Yapmak değil, yıkmaktır…
Korumak, kollamak değil, saldırmak, taciz etmektir…
İmar değil, tahriptir… Arşa hırlamaktır…
Mukaddesata sövmektir… İnanca saygısızlık ve hakarettir…
Özellikle inancını yaşamak, düşüncesini dile getirmek isteyen bu ülkenin öz evlatlarına tepeden bakmak, tahkir, tezyif, tahammülsüzlük bu “piyonistler”in en bariz özellikleridir. Bu millet adı, etiketi, mezhebi, meşrebi, mesleği ne olursa olsun bu piyonistleri iyi tanımalı, tedbirini de ona göre almalıdır.
27 Mayıs 2013 tarihinde (ne tesadüf!) Taksim Gezi Parkı bahanesiyle patlak veren olaylar, hadiselerin cereyan ediş şekli ve sürekliliği, kullanılan argümanlar dış mihrakların ve içerideki piyonlarının ülke üzerinde oynamak istedikleri çok kanlı ve derin bir projenin uygulamaya konduğunu göstermektedir.
Bugün içinde yaşadığımız huzur ortamından huzursuz olan aynı soysuzların medya cephesindeki satılık veletleri de görevlerini icra ediyorlar. Bunların “insan hakları, barış, demokrasi, özgürlük” sözlerinin hiçbirisine inanmıyoruz, çünkü hepsi yalandır. Bunlar halkı kanlı bir iç savaşa çağıran “provokatörler”in taa kendileridir.
Bunların isimlerini tek tek saymaya gerek yoktur. Mü’min Allah’ın nuruyla bakar ve onların kimler olduklarını gayet iyi tanır.
Bu Piyonistler; bazen gazete köşelerinde yazar olarak, haber merkezlerinde muhabir olarak karşınıza çıkar…
Bazen tiyatro sahnelerinde sanat adına soytarılık yaparken görürsünüz onları…
Bazen politik kulvarlarda kuyruk sallayıp kemik yalarken ayaklarınıza dolaşır bu Piyonistler…
Kudüs’teki kudurmuş Siyonistlerin Mescid-i Aksa’da yaptıklarını, Taksim’deki Piyonistler Bezm-i Âlem’de yaptı.
Devlet ve millete 100 trilyonluk maddi zarar verecek kadar hakkınız (!), ülkenin Başbakanına en galiz küfürleri edecek kadar sınırsız sövme özgürlüğünüz (!), cami duvarına i….cek kadar itleri kıskandıran hünerleriniz (!) var.
NE İSTİYORLAR?
Hâlâ ne istiyorsunuz?
Sizleri bir ıslıkla çıkmaz sokağa çağıran “cin taifesi”nin, vade dolunca sizi sokaklarda yüz üstü bırakacaklarını ne zaman anlayacaksınız ey sokak çocukları?..
Yazıklar olsun sizin ham ervahınıza!...
Yazıklar olsun!.. Yazıklar olsun!..”
Doğu Perinçek; Silivri’den Tahrir’e uçmuş!
Bilmem hatırlar mısınız?.. 1990’lı yıllarda, Tansu Çiller’in deyimiyle; “28 Şubat cuntasının onbaşısı” olan bir Mesut Yılmaz vardı...
Mesut Yılmaz’ın da bir “reklâmcı”sı vardı...
Adı, Jacques Sequela... Mesut Yılmaz gibi; ağzından çıkan iki sözün arasına, neredeyse “reklam” alacak kadar “ağır çekim” konuşan bir adamı allamış-pullamış ama yine de onu parlatamamıştı...
İşbu “Reklâmcı Sequela”nın meşhur bir sözü vardı... Şöyleydi: “Sakın anneme reklâmcı olduğumu söylemeyin... O beni genelevde piyanist sanıyor!”
İşçi Partisi’nin Ergenekon mahkûmu, Silivri mukimi Doğu Perinçek, 9 Temmuz günü bir yazı yazmış Aydınlık’ta... Demiş ki; “Beni herkes Silivri’de sanıyor... Hayır, Tahrir Meydanı’ndayım!”
Doğu Perinçek’in, artık “uçmaya”(!) başladığını gösteren bu yazısı, bana; “Genelevde piyano çalan reklamcı Sequela”yı hatırlattı...
Ama asıl hatırladığım, “hemşehri”si Ali Coşkun için “yerdeş” demesi... Bu nasıl “ulusalcı”dır ve bu nasıl “yerli”dir ki; “hemşehri” kelimesini kaldırıp atıyor, yerine “yerdeş”i getiriyor!..
Şu hâle bakın; “halktan bu kadar kopuk” adamlar, kalkmışlar, bir de “halk devrimi” yapacaklar!..
Dedim ya, “uçmaya” başladılar!..
Eee; “Şeyh uçmaz, mürit uçurur”muş ya!..