Ramazanlaşmak ya da Ramazanlaşmamak
İlahî bir cennet kontenjanı açılmış ki, dünya nüfusu onu doldurmaya yetmez. Öyle bir af kredisi açılmış ki, en leîm ve esîm insanların bin yıllar boyunca işledikleri günah ve meâsi toplansa onu tüketmeye yetmez. Ötelerden gelen bir zümrüd-ü ankâ ki, kanadını ayaklarımızın altına kadar uzatmış, ona binip cismaniyetin müzahrefatından, beşeriyetin hayvanlarla ortak kalıntılarından kurtulmak için kocaman adımlar atmak gerekmez. Hoplayıp zıplamak, devasa bir boya sahip olmak hiç gerekmez. Bu kontenjanda herkese yer var, bu kredi herkese yeter, bu kuşa binip manzara seyrine koyulmak için en cılızımız, en çelimsizimiz de ümit içinde olabilir. Bu kurnalar hepimizi arıtacak büyüklükte; görmüyor musunuz, bu bulutun gölgesi hepimizin üzerinde. fiemsiyelerini açıp kuru kalmakta inad edenlerimiz hariç, rahmeti hepimizi iliklerine kadar ıslatacak enginlikte.
“(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır.” (Bakara, 185) Ramazan, insanlığın aydınlanmasının, nura kavuşmasının, önünü görmesinin, kendini tanımlamasının, eşyayı anlamlandırmasının, Yaratanı ile münasebet kurma menfezlerini keşfetmesinin ve bohemce bir hayat sürmenin kıyısından dönmesinin sene-i devriyesidir. Tarih, bundan büyük bir İlahî bağış ve hediyeye şahit olsaydı, Ramazan’a bağlanan ümitler o bağışın yapıldığı aya/güne bağlanırdı. ‹lahî rahmet, insanlığa karşı vahiyle tenezzül etmesinden daha çok neyle cûşa gelmiştir ki, o günleri kendi namımıza yeni rahmet esintileri duyabilmek için kutlayalım. Ne doğduğunuz gün, ne evlenip aile kurduğunuz gün, ne çocuklarınızın mürüvvetini gördüğünüz gün sizin için bu kadar hayatî bir önem arz ediyordu. Doğmasaydık ne olurdu yani, yokluğumuzu kimse fark etmezdi, hatta biz bile yok olduğumuz için üzülmezdik. Mezun olmasak, aile kurmasak ne olurdu yani, boynumuzdaki dünya hayatının ziynetleri kolyesinden birkaç boncuk eksik olurdu o kadar. Ama ya Ramazanımız olmasaydı, ya Ramazan’ı Ramazan yapan Kur’anımız olmasaydı, Kur’an’ın farik vasfı olan hakkı batıldan ayırmamızı sağlayacak burhan ve deliller olmasaydı halimiz nice olurdu. Doğduğunuz gün yüce Allah size fani bir ceset bahşetmiştir, bu bağışı referans alarak o gün belki küçük çaplı yeni bahşişler bekleyebilirsiniz. Ama Kur’an’ın doğumunu referans aldığınızda, bin küsur yıl önce tam da böyle bir Ramazan’da insanlığın başına nasıl bir taç kondurulduğunu düşündüğünüzde, bu referansla yüce Allah’ın şu günlerde sizi de affı kapsamında cennete koymak için bahane aradığına iman edebilirsiniz.
Ramazan’ın soluduğumuz havasına sinen huzurundan, ekolojik takvimimiz olan hilalin boynunu büküşüne kadar her hali bir başka. Gök ehli yer halkı için istiğfar mesaisi yapmaya durmuş, yer halkı da gök ehline benzemek için egzersize koyulmuş durumda. Çevrenize bir bakın, canlı cansız her şey Ramazan’dan nasibini almış, kutuplarda ya da çölde olsun fark etmez, her yerde mevsim aynı; Ramazan... Bu ruhanî iklim, Kur’an’ın indirildiği ilk Ramazan hangi meyveyi vermişse, her yerde ve her zamanda yine aynı neticeyi veriyor. İklim aynı, bitki aynı, bir başka deyişle illet aynı, sonuç aynı. Kur’an’ı indirerek topyekûn insanlığın yazgısını değiştiren Rabb aynı, rahmeti aynı; şimdi söyler misiniz o kadar ayniyete rağmen miladî 2012 yılının Ramazan ayı da, niçin sizin yazgınızı değiştiremesin? Sizin ikliminizde niye hale hale vahye ram olma, Kur’an’laşma neticesini veremesin? fiakîlere (cehennemlikler) yaraşır bir vaziyet arz ediyorsa hayatlarımız, niçin onu saîdlere (cennetlikler) mahsus bir renge bürüyemesin? Mekke müşriklerinin başına bu ay konan devlet kuşu, niçin çağdaş laiklerin, kapitalistlerin, sekülerizmin sarhoşluğuna müptela muasır karanlık yüreklerin tepesine de ilişmesin? Özetle Ramazan’ın sicili ortada, geldiğinde ne getirdiği de tescilli olarak iki kapak arasında...
fiu halde bir kere daha Ramazanlaşmaya ne dersiniz? Okurlarımız bizi yanlış anlamasınlar, Ramazan geldi diye tebrikleşmekten bahsetmiyorum. Her birimizin vücut bulmuş, ete kemiğe bürünmüş birer Ramazan haline gelmesinden söz ediyorum. Bir ortama girdiğiniz anda, eller haramdan çekilmeli, diller haramdan sükût etmeli, çehrenizi uzaktan görenler batıl uğraşlarını saklayacak delik aramalı. Aracılığınızla kinler, öfkeler sümenaltı edilmeli, dargınlar barışmalı, insanlığı unutanlar size bakıp hizaya gelmeli. Ramazanlaşsak diyorum, bu yıl her birimiz Ramazan’ın elçisi olsak. Oturduğumuzda ağzımızdan sadece Ramazan’ın mesajları çıksa, güya Kur’an’dan konuşurken bile kendimizi nazara vermekten vazgeçsek. Sözde Ramazan’a mikrofonu uzatıp, araya ne kadar da iyi nutuk çektiğimizi, ne dakik ve orijinal tefsir ayrıntıları keşfedebildiğimizi tekrar edip duran parazitler sokmasak.
Gölgemizi görenler, “Herhalde Ramazan ayaklanmış bize doğru geliyor” demeliler. Kıymetli okurlarımız; inanır mısınız cansız şehirlerin, iradesiz şerefelerin bile Ramazanlaştığı şu günlerde, zor olan Ramazanlaşmak değil Ramazanlaşmamak... Gelin zoru değil kolayı seçelim, ayak diremeyelim, sadece teslim olalım, inanalım ve ümidimizi hep taze tutalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.