7 Şubat devam ediyor
Çok ciddi bir süreçten geçiyoruz. Hiç bunu hafif ya da masum gösterme gayreti içine girmesin kimse.. Bu apaçık bir darbe girişimiydi. Medyadaki, siyasetteki işbirlikçileri ile birlikte dış destekli olarak tertiplenmiş bir darbe denemesi. Ve bu tertip neticesinde herkesin nerede durduğunu, zor zamanda nasıl tavır alacağını çok açık gördük.. Demek ki gemi su almaya başlayınca bu kadar kişi kalıyormuşuz.. Çıkarlar, menfaatler, beklentiler.. Sistemin ana omurgasını oluşturan temel değişken buymuş demek ki..
AK PARTİ’YE KİM OPERASYON PLÂNLADI?
Gezi İşgali’ni bahane edip Ak Parti’nin içine operasyon yapmaya çalışanların operasyonları da tutmadı biliyorsunuz. Başbakan’ın yurtdışı gezisini bahane edip partinin en önemli kurmaylarıyla Erdoğan’ı karşı karşıya getirme çabaları, Cumhurbaşkanı’nı Başbakan’a rakip kılma gayretleri berhava oldu.. Bütün bu çalışmaları ise Fethullah Gülen’e rağmen, hizmet hareketi içinde yer alan bazı isimlerin sürdürdüğü söylendi.. Ben de en başından bu yana aynı şeye inandım.. Otoriterleşme, diktatörleşme gibi sözlerle Erdoğan’ı yıpratmaya dönük çabaların arkasında, sürekli olarak kendisinden övgüyle söz eden Fethullah Gülen’in olduğuna hiç ihtimal vermedim.. Çünkü yine kendi ifadesiyle söylemek gerekirse, Fethullah Gülen, ömrü boyunca 12 Eylül 2010 Referandumu dışında hiçbir şekilde siyasetle ilişkisi olmamış biri.. Peki kendisini bu kadar siyasetin dışında gören birinin temsil ettiği hareket nasıl oluyor da boğazına kadar siyasete batıyor ki?..
7 ŞUBAT NEYDİ?
Bakın 7 Şubat Rezilliği konusunun üstü, karşılıklı iyi niyetler sonucu örtüldü. Hatırlatalım.. 7 Şubat 2012’de, İstanbul’da özel yetkili savcı Sadrettin Sarıkaya; MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski müsteşar Emre Taner, eski müsteşar yardımcısı Afet Güneş ve iki MİT görevlisini ifade vermeye çağırmıştı. Oradaki ifade davetinin apaçık Başbakan Erdoğan’ı tutuklamaya yönelik bir sürecin ilk hamlesi olduğunu biliyoruz.. Siyaset üzerindeki etkisini ya göstermeye ya da test etmeye kalkan güçlerin darbe girişimiydi.. 7 Şubat’tan sonra da, yargı-emniyet-MİT ilişkisi, hiçbir zaman eskisi gibi olmadı.. 7 Şubat, siyasi bir müdahaleyle engellendi fakat unutuldu mu derseniz, ben daha unutulduğuna inanmıyorum.. Her iki taraf için de.. Sadece üzerinden karşılıklı iyi niyet açıklamaları ve Başbakan’ın Gülen’i Türkiye’ye davet eden stadyum konuşması geçti.. Ve elbette Arınç’ın, ABD’de, Gülen’e yaptığı ziyaret.. Peki sonrasında ne oldu?
BU DA BUGÜNKÜ MANZARA
Her ne olduysa, Gezi İşgali sürecinde bazı yazarlar, kalemlerini kınından çıkardı.. Mesela; Ahmet Turan Alkan; “Mesele ağaç değil başbakanın inadı”, Şahin Alpay; “Gezi Parkı gösterilerinin verdiği ana mesaj, Başbakan Erdoğan’ın inşasına bizzat öncülük ettiği “Yeni Türkiye”nin keyfi ve otoriter yönetimi kabul etmeyeceğiydi…”, İhsan Dağı; “….gittikçe otoriterleşen bir iktidara yönelik tepki var….” Abdülhamit Bilici; “….Amaç tek yanlı uygulamalar ve otoriter/kavgacı eğilimlerle arızalanan demokrasinin kalitesini artırmak…” Bülent Korucu; “…İnsanın en zayıf anı, kendini yenilmez zannettiği zamandır”.. vs.. türü yazılar yazdılar. Bunlar sadece Zaman ekibi. Dışarıdan buna eklemlenen Nazlı Ilıcak gibi isimleri ya da Taraf Teşkilatı’nı hiç saymıyorum.. Ya da Metaforik bir anlatımla, “Mısır”dan bahsederken Türkiye’yi, “Mursi”den bahsederken Erdoğan’ı kastettiği açık olan Erhan Başyurt’u söylemiyorum bile.. Eğer bu isimlerin yaptığı doğrudan siyaset değilse nedir? Fethullah Gülen Hocaefendi, bu yazılanlardan hoşlanıyor mu? Hoşlanmıyorsa hoşlanmadığını belli ediyor mu? Kendince gereğini yapıyor mu? Bunlar ortada duran sorular. Cevapları varsa bilmeyi çok isteriz. Ayrıca soracağımız daha çok soru var.. Hele bazı cevaplar almaya başlayalım, duruma göre o soruları da soracağız elbette.. Kalın sağlıcakla.