'Beraat-i zimmet' ve 'Silahların denkliği'

'Beraat-i zimmet' ve 'Silahların denkliği'

"Masumiyet karinesi" yerine "beraat-i zimmet asıldır" tabirini başlığa almam, bu prensibin ne kadar eski olduğunu göstermek için. Hukukun evrensel birikiminin neredeyse 2500 yıldır peşinde olduğu bir prensip. Anayasamız bu çok önemli prensibi 38. maddede "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz." ibaresiyle formüle ediyor.

Ergenekon soruşturması kamuoyunda önemiyle mütenasip bir tartışma başlattı. İddianame bütünüyle bu davanın bir "gayri nizamî savaş örgütü" davası olduğunu, diğer ülkelerin kontrgerilla davalarına atıfta bulunarak kendisi söylüyor. Soğuk Savaş döneminde ideolojik rekabeti yönetmek üzere bir gizli örgüt kuruluyor ve sonra kontrolden çıkıyor; karanlık bir alan yaratarak bir suç örgütüne dönüşüyor. Gladio, nasıl Roma tarihinden alınma İtalyan kontrgerillasının ismi ise Ergenekon da Türk kontrgerillasının ismi. Bu yüzden bu dava, "devlet adına cinayet işleyen çeteler"den kurtulmak ve hukuku devletin bütün hücrelerine egemen kılmak için çok değerli bir fırsat. Türkiye bu fırsatı kullanacak. Kullanmak zorunda.

Bu soruşturmanın hukuk içinde ve hukuk zemininde yürütülmesi, hukuksuzluğa karşı hukukun zaferi olması çok hayatî. Hukuksuzluğun tek çaresi hukuk. Yakın tarihimizin karanlık cinayetleri üzerindeki örtünün aralanması elbette büyük merak ve ilgi uyandırıyor. Bu davanın sonunda devlet içindeki çetelerden veya darbe planlayan cuntalardan kurtulma umudu heyecan verici. Bu heyecan ve merakın cadı avına dönüşme ihtimali de mevcut. Kurunun yanında yaşın da yanması, davanın cesameti yüzünden mümkün. çok daha önemli bir nokta: Yargılanan çetenin suçlarının değil ama ideolojik-siyasî görüşlerinin toplum içinde yaygın taraftarları var. Ulusalcılık, bir ideoloji, bilemediniz bir siyasî görüş. Davanın, bu siyasî görüşlerin yargılanmasına ve mahkûm edilmesine dönüşme ihtimali mevcut. Tersinden zanlıların bu siyasî görüşlerin meşruiyet arayışına dayanarak kendilerini aklama gayreti içine girmeleri mümkün. "Atatürk'ü sevdiğim için gözaltına alınıyorum" diyen zanlının verdiği mesaj, dava üzerindeki ağır ideoloji yükünü de gösteriyor.

çok uzun süreceğe benzeyen bu davanın yol açtığı siyasî tartışmaların altında ezilmemesi, hep birlikte gerçeğin izini sürmemiz, adil yargılama prensibine bütünüyle uyulması ve sonunda hukuku uygulayarak hukuk devletini daha yükseğe taşıyan ve hukukun egemenliğine katkıda bulunan bir dava olması sadece yargılamayı yapan yargıçların değil, kamuoyu olarak hepimizin görevi olmalı. Bizler de bu görevi hukuka riayet ederek sürdürmeliyiz. Kazancımızın büyük olması adaletin tecellisine bağlı.

Profesör Sami Selçuk, bu çok önemli davada adil ve tarafsız yargılamanın iş başında olabilmesi ve sonuçta adaletin tecellisi adına, kulak verilmesi gereken çok önemli ikazlarda bulunuyor. "Yargılama başladı, delilleri irdeleyebiliriz." yaklaşımının yanlışlığına dikkat çekerken, iddia ile savunma arasındaki dengeyi önümüze koyuyor. Sami Selçuk "silahların eşitliği ilkesi" adı verilen bu ilke var olmadan, adil yargılamanın mümkün olamayacağını vurguluyor.

O zaman esaslı bir usul tartışmasına ihtiyacımız var. "Masuniyet karinesi" taviz verilmeyecek bir ilke. Savunma, bu ilkenin koruması altında rahat hareket edecek. Bu kadar karmaşık ilişkiler ağının olduğu bir davada, yargının vukufuna güvenilecek. Peki diğer silah, yani iddia makamı veya sav/tez ne durumda? Silahlar savcılık makamı açısından eşit mi?

Türkiye'de yargı birliği olmadığı, Anayasa hükümleriyle sabit. Askerî yargı, kendi adli ve idari yargısını oluşturmuş durumda. Ergenekon Savcısı, iddianamede yer aldığı şekilde "TSK bünyesinde yer aldığı iddiası"nda bulunan bir örgüt hakkında savda bulunuyor. Bu savcının fiilen, bu örgütle ilgili bütün bilgi ve belgelere hiçbir engelle karşılaşmadan ulaşabileceğini söyleyebilir miyiz?

O zaman bu davada iddia/savunma dengesi, yani silahların eşitliği prensibi sağlanmış durumda mı?


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi