Kamil insan
Kâinatın en mükemmel varlığı insan, en güzel biçimde yaratılarak sayısız imkân ve nimetlerle donatılmış, dünya onun hizmetine verilmiş ve yaratılmışların pek çoğundan da üstün kılınmıştır. Bu sebeple insan, yeryüzünde nizam-ı âlem için Allah’ın halifesidir. Böylesi ağır bir emaneti ve sorumluluğu yüklenen insanın elbette ki görevleri de çok ağır ve kutsaldır.
Yaratan Rabbimize sonsuz şükürler olsun ki, İnsan fizikî yapısı, bedeni ve diğer kabiliyetleriyle diğer canlılardan farklı, güçlü ve şekil olarak da güzeldir. İnsan anatomisi tepeden tırnağa kadar sırlar ve mû’cizelerle doludur. Bunlar insanın maddesi yani bedeniyle ilgilidir.
Hepimiz biliyoruz ki; insan sadece bedenden ibaret değildir. Ruhu vardır. Zaten ruhsuz beden cesettir. İnsanın fizîkî kabiliyetlerinden çok daha farklı olarak mâ’nevî yönü ve ruhî melekeleri önemlidir. İnsanı insan yapan ve ona hayatiyet kazandıran ruhudur. Ruh da Allah tarafındandır.
İnsanda kalp, ruh, sır, hafi, ahfâ denilen metafizik latif cihazlar ile akıl, zekâ, hafıza, şuur ve muhakeme gibi üstün melekeler mevcuttur. İnsan bu meziyetleri sayesinde bir ayna mesabesindeki ve nazarkâh-ı ilâhi olan kalbi ile, Rabbisine bağlanarak onun nurunun ve füyûzatının tecelliyatına mazhar olmak suretiyle bütün âlemlere, hatta âlem-i emre kadar seyr-i sulûk edebilir.
Yeme-içme ve üreme gibi ortak yanlarımız olan diğer hayvanlardan insanı ayıran bu mâ’nevî özellikler, aynı zamanda insanlar arasındaki üstünlük derecesi yâni takva mertebesinin göstergesidir. Zira insan hayra da şerre de kabiliyetli bir varlıktır. Yaratanına bağlılığı ölçüsünde kâinatın en hayırlısı da olabilir, en şerlisi de olabilir.
Kâmil insan; takva mertebesine erişmiş, ruh sağlığı yerinde ve insanî meziyetleri taşıyan hayırlı kişilerdir. Hepimiz bedenî ve malî ibadetlerimizle Rabbimize yönelerek, tevbe ve istiğfar ile günahlarımızdan arınmak suretiyle kalbî rabıtamızı güçlendirip, kâmil insan olma yolunda çalışmalıyız. Hiç kimse kendini mükemmel sanmasın. Zira başkalarını kendinden üstün görmeyen kâmil insan olamaz.
Cenab-ı Hak Hucürat süresi 13.ayette mealen şöyle buyurmaktadır: “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ve kadından biz yarattık. Tanışabilmeniz için boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz, en takva olanınızdır. Şüphesiz Allah her şeyi bilen ve haberdar olandır.” Dolayısıyla hiç kimsenin etnik kökeninden, ırkından, kavminden, soyundan sopundan, cemaatinden ve gurubundan dolayı, övünerek başkalarına üstünlük taslamaya hakkı yoktur. Bu mekruhtur.
Hz.Peygamberimiz (s.a.v.) son vedâ hutbesinde aynen şunları irad etmiştir: “Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyin, iyi anlayın. Rabbiniz birdir. Hepiniz Âdem’densiniz. Âdem de topraktan yaratılmıştır. Hiç kimsenin başka biri üzerine soy-sop üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük takva iledir. Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Böylece bütün Müslümanlar kardeştir.”
Tabii ki, kişinin mensup olduğu sülalesi, etnik kökeni, cemaati, mezhebi, dîni ve vatanı ile iftihar etmesi normaldir. Mensubiyetinden mutlu olabilir, bu caizdir. Ancak diğerlerini küçümsemek ve hakir görmek suretiyle üstünlük taslamak asla doğru değildir. Bunun yerine insanî meziyetleri takınıp özümsemeyerek Kâmil insan olmaya çalışmak yani Adam gibi adam olmak gerekir.
Ruh ve beden sağlığı yerinde, psikolojisi düzgün, imanı güçlü, mâ’neviyat sahibi olgun kişiler; etrafına pozitif enerji yayar, ışık saçarlar. Onlar mutlu ve huzurludur, hayata pozitif bakarlar. Onlar Allah dostlarıdır, mıknatıs gibi çekim alanı oluşturur, şefkat, sevgi ve merhametle kucaklayıcı ve bağışlayıcı davranırlar. İşte bunlar KÂMİL İNSANLARDIR.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.