Huzur Dersleri günümüze taşınabilir mi?
Kuruluş yıllarından beri ilim ve fikir adamlarına danışmak (yani uzmanlarla istişare etmek) Osmanlı Devleti’ni yönetenlerin çok önemsedikleri bir husustu…
O kadar ki Osmanlı padişahları, dönemlerinin en yetenekli, en derin âlimlerini başkente çağırır, onlarla dini, siyasi, ekonomik ve sosyal konuları istişare ederlerdi.
Fatih Sultan Mehmed bunu yeterli bulmamış olacak ki, “huzur dersleri”ni başlattı ve ölünceye kadar devam etti.
Tarih kitaplarımızda yeteri kadar yer bulamasa da bu dersler, gerek muhtevası gerekse taşıdığı mânâ itibariyle Osmanlı kültür hayatının çok önemli bir parçasıydı. Huzur derslerine katılacak âlimler iki gruba ayrılıyordu:
Mukarrir: O gün tartışılacak konuyu takdim ve takrir eden (veren) âlim;
Talip: Müzakereci âlimler (sonraları “muhatap” denmiştir).
Başlangıçta bir mukarrir ve beş muhatapla başlayan derslerde muhatapların sayısı zaman içinde artmış, eksilmiş, ders adediyle günleri, saatleri ve dersin süresi değişikliğe uğramıştır.
Padişahın huzurunda ilmi meseleleri kıyasıya tartışacak olan hocalar bizzat şeyhülislâm tarafından seçilip padişaha önerilir, onay alındıktan sonra gerekli çağrı yapılırdı.
Seçilen heyet, önde mukarrir, arkada kıdem sırasıyla muhataplar olmak üzere huzura girerlerdi. Heyet, padişah ve maiyetince ayakta karşılanırdı (âlimin şahsında ilme saygı vardı). Sonra da önceden belirlenmiş yerlerine otururlardı.
Padişah ders sırasında tahta oturmaz, diğerleri gibi mindere diz çöker, ellerini de dizlerinin üstüne koyup tartışmaları huşu içinde dinlerdi.
Âlimler fikirlerinde özgürdü. Düşüncelerini rahatça ifade ederlerdi. Ders öncesi kimi padişahlar (mesela Sultan III. Selim) bunu bizzat hatırlatırlardı.
Huzur derslerinde ilk sistemli uygulamayı Sultan III. Ahmed’in meşhur sadrazamı Nevşehirli Damad İbrahim Paşa gerçekleştirdi.
İbrahim Paşa, devrinin tanınmış âlimlerini Hicri 1140 Ramazanında (Nisan 1728) kendi sarayında toplayarak Kur’ân’dan bazı âyetlerin tartışmalı tefsirini yaptırmış, oturumların birine de Padişah’ı dâvet etmişti.
Oturumu baştan sona takip eden Sultan III. Ahmed durumdan o kadar memnun kalmıştı ki, ikinci gelişinde oğlu Şehzade Mustafa’yı da getirmişti.
Şehzade Mustafa, Osmanlı tahtına geçip Sultan III. Mustafa olur olmaz, babasıyla birlikte katılıp etkilendiği huzur derslerini sisteme bağladı. Daha sonraki padişahlar da bu geleneği sürdürdüler…
Sonuncu ders, Halife Abdülmecid Efendi zamanında 1923 Ramazan’ında yapıldı. Ardından Hilâfet kaldırıldı (3 Mart 1924). Bu güzel gelenek de böylece tarihe karıştı.
Şimdi düşünün lütfen: Ülkenin dört tarafından davetle gelen ilim adamları en üst düzey yöneticinin huzurunda din, siyaset, ticaret, sosyal hayat vb. konuları özgürce tartışıyorlar…
Bu iyi bir şey…
İyi bir şey ise, neden günümüze taşınmasın?..
Yöneticilerimize öneriyorum: Bu kadim geleneği ihya edin! “Akil Adamlar” projesine benzer bir proje ile bu müesseseyi çağa taşıyın…
Yararlı olacağına yürekten inanıyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.