İkram Edebi
Bütün Müslümanların Ramazan bayramını kutlar, cenabı rabbil aleminden hidayet, rahmet, istikamet ihsanını diler, sıkıntı ve acılarından kurtarması niyaz ederim.
Bayram yazısı yazmak öteden beri zor gelir bana. Sonra besmeleye bakar bakar da utanırım. Ne diyelim, Rabbimiz bizleri yolundan ayırmasın. Onun yolundan ayrılanlar gazap ve dalaletten başka neye layıktırlar?!
O yüzden biz biliyoruz ki kulunun çektiği de, ümmetin çektiği de kendi cezasıdır. Rahmetli dedem bunları söyler ve bir şiirden şöyle beyan ederdi.
“Hiç kuluna ceza etmez Hüdası
Kulunun çektiği kendi cezası.”
Kendi cezamız ise kendimizi eğiterek ve terbiye ederek muhabbetullahı kazandığımız oranda bitecektir. İşte buna örnek bir iki olayla bayram neşenize katılmak isterim.
Sami Efendi bu asırda yaşamış bir büyük veli idi. Onun huyu da siması gibi selefin büyüklerini hatırlatırdı. Tabakat ve teracimlerdeki hilyelere kulak verirsek, sureten de sireten olduğu gibi Hz. Ebubekir ve Beyazid-i Bestami’ye benzerdi.
Cömertliği de edebi bibi dillere destan olan bu melekmisal efendiye bir dilenci sık sık gelir, yemek parası istermiş. Sami Efendi de “yok” demesini bilmediğinden, hep verirmiş. Bir gün etrafından birisi demiş ki:
Efendim, bu fakir sizi aldatıyor. Sizden aldığı para ile sizin bizim gitmediğimiz lüks lokantalara gidiyor ve israf sayılacak yemekleri yiyor. Bunu böyle alıştırmayınız.
Ya, demek öyle mecburiyetleri de mi var? Bilemediğimizden az para verirmişiz fukaraya! Bundan sonra daha fazla vermemiz gerekir.
Öyle de yapmış, diyenin pişman bakışları arasında daha lüks yemek parası vermeye başlamış…
Sami Efendi acaba hayatını iyi bildiği Abdullah b. Mübarek’in şu kıssasını duymuş muydu?
İlmiyle, cihadıyla, zühdüyle, takvasıyla ve cömertliğiyle meşhur Abdullah b. Mübarek bir gün çarşıda otururken bir dilenci gelip sadaka ister. Abdullah çıkarır bir gümüş sikke verir. Yanında bulunanlardan biri:
- Efendim, dilenci kısmına merhamet edilmez. Aldıkları parayı kebaba, helvaya verirler, der.
Bunun üzerine Cenab-ı Abdullah şöyle söyler:
- Acayip! Ben bunların yalnız kuru ekmek ve bakla yediklerini sanıyordum. Kebap ve helva yediklerini bilmiyordum, diyerek fakiri çağırır. On tane gümüş sikke daha verir.
İslam ahlakında büyüklük, mükerremlik, yani hak ve halk katında saygınlık yemekle değil, yedirmekle kazanılır. Başkalarının haklarına el atarak haksız yemek ne kadar yerilmiş ve cezalandırılmışsa, helal yollardan kazandığını eş, dost, akraba ve ahbapla yemek, yani muhtaçlara sadaka ve yardım, ahbaba ikram ve güzellik etmek de o kadar övülmüştür.
Hatta tasavvufta erenler, manevi derecelere çok namaz kılıp oruç tutmakla, çok zikir çekip Kur’an okumakla değil, çok hizmet ve keremle erileceğini söylemişlerdir.
Bu kerem Abdullah b. Mübarek’te o hadde varmıştı ki, hacca giderken kendisi yoldaşlarına çaktırmadan oruç tutar, kuru ekmek ve çorba ile iftar ederdi. Ama akşam yemek saatinde arkadaşlarına içi pirinçle doldurulmuş kızarmış tavuk ikram ederdi…