Eski Türkiye, Yeni Türkiye ve Ergenekon
Ergenekon davası sonuçlandı. Daha doğrusu “ilk mahkeme” kararını verdi, sıra üst mahkemede, “temyiz”de. Mahkeme sonuçları, “Ergenekon” konusunu yeniden gündeme getirdi. Mahkeme kararları aleyhinde keskin ifadeler kullananlar, sanki böyle bir şey hiç yokmuş gibi davrandılar. Sâlim kafa ile hareket edenler ise, arkaplanı yeniden hatırlattılar.
Ergenekonu Eski Türkiye ile Yeni Türkiye’nin hesaplaşma mücadelesi olarak okumaktan yanayım. Eski Türkiye, bütün araçlarıyla, kadrolarıyla bir şekilde varlığını sürdürmek, tesirini devam ettirmek istiyor. Esasen ülkenin kaderine hâkim olmak istiyor. Fakat, demokratik sistemde, seçimle bunun olmazlığı ortada. Bunu aşamamak, bu kesimlerde hırçın davranışlara, akıldışı tepkilere yol açıyor.
Eski Türkiye’nin seçkinleri, hangi alandan olursa olsun, ekonomiden sanata ülkede varlıkları oranında temsil edilmediklerini, iktidardan yeterince pay alamadıklarını düşünüyorlar. Onlar ekonominin güçlü kurumlarını ellerinde bulundurdukları gibi, kültürün, sanatın, medyanın kurumlarını da kontrol etmeye devam ediyorlar. Buna rağmen, geniş kitlelerin seçimini etkilemek, böylece siyasi iktidara da sahip olmak gücünü gösteremiyorlar.
Siyasi iktidarlar, Demokrat Parti’den beri, Eski Türkiye’nin bu gücünün farkında. Bir çok alanı onlara bırakarak yollarını devam etmekten başka çare bulamayan siyasi iktidarlar darbelerle, müdahalelerle sonlandırıldı. Demokrat Parti, Adalet Partisi deneyleri ortada. Bir askeri müdahale sonrası güçlü bir çoğunlukla iktidara gelen Anavatan Partisi, daha doğrusu Turgut Özal, Eski Türkiye’ye fazla dokunmadan Yeni Türkiye’yi güçlendirecek hamleler yaptı. Bunda başarılı da oldu. Türkiye’nin siyaseti yanında, ekonomisi, kültürü, sanatı da çeşitlendi. Yine de Eski Türkiye’nin ekonomide, kültürde, sanatta, medyada ağırlığı devam etti.
28 Şubat Eski Türkiye’nin ideolojisinin mağlubiyetten başka seçeneği olmamasına rağmen son sınanması idi. Mağlubiyet ideolojisi, 1920’lerde dünya sisteminin Türkiye’ye biçtiği Sosyalist ve Kapitalist dünya arasında tampon ülke konumunun idealize edilmesini, yüceltilmesini sağlayan bir kurgu idi. Tek parti döneminde her türlü cihaz kullanılarak zihinlere yerleştirilen bu ideolojinin, demokratik sisteme geçildikten sonra ya sert bir şekilde durdurulması, ya da unutturulması gerekiyordu. Eski Türkiye, Yeni Türkiye’nin kendine güven noksanlığından yararlanarak ideolojik dayatmaları tek parti dönemindeki seviyede sürdürdü.
1960’da bu tavır darbe ile pekiştirildi. 12 Mart müdahalesi, 12 Eylül darbesi aynı tahkimi farklı şekillerde yaptı.
Türkiye’de eski sistemin kırılmaya uğratılması ancak Turgut Özal döneminde mümkün oldu. Yeni Türkiye’nin yükselişi, ülkenin derin değerler dünyası ile kurulan ilişkiler sayesinde oldu. Bu dönüşümün başlangıçta durdurulması için Türkiye’nin güneydoğusunda başlayan terör dolayısıyla gereken enerji sarfedilemedi. Gecikme, Turgut Özal’dan daha muhafazakâr (veya dindar) Necmeddin Erbakan’a doğru bir sath-ı mailin varlığını ortaya çıkardı. Dini temayüllü parti önce belediyelerde, sonra merkezde (koalisyon da olsa) iktidar oldu. Bu sath-ı mail, geleceğin okunmasına yardımcı oldu ve iktidarın önünün kesmek için 28 Şubat nakıs darbesi devreye sokuldu.
28 Şubat, eski Türkiye’nin Yeni Türkiye’yi zaptürapt altına alamayacağını, aksine toplumun birlikteliğini sağlayan güçlü değerlerin yıpranacağını gösterdi. 28 Şubat tıpkı daha önceki darbeler ve müdahalelerde olduğu gibi, demokratik sistemde Eski Türkiye’yi iktidara getirecek bir dönüşüm sağlayamadı. İlk seçimde bu açıkça görülünce (2002), birbiri peşi sıra gelen darbe projeleri ile sonuç alınmaya yönelindi. Kullanım tarihi çoktan geçmiş olan resmî ideolojinin son barutları da böylece harcandı. Görüldü ki, milletin 21. Yüzyılda 20. yüzyılın mağlubiyet ideolojisi ile yola devam etmesi mümkün değildir. İşte bu ergenekon dönemi, mahkeme konusu oldu. Şimdi bu sonucun sağlaması da yapılacak.
Sonuç ne olursa olsun, önemli olan şu: Eski Türkiye iktidar iddiasını sürdürmek için her türlü yolu denemekten vaz geçmiş değil. Gezi olayları, yeni Türkiye’nin mağlub edilmesi için büyük bir illüzyon meydana getirdi. Bu yüzden Eski Türkiye’nin bütün unsurları harekete geçti. Böyle zamanlarda en geç kendini gösteren büyük sermaye bile bu arenada görünür hale geldi.
Hükümet, Türkiye’nin dönüşümünü iktisadi ve sosyal alanda başarılı şekilde sürdürüyor. Fakat bu güçlü bir kültürel zeminle desteklenemiyor. Ne yazık ki, Kültür Bakanlığı, uzun süre Eski Türkiye ile ideolojik bağları devam eden birine emanet edildi. Sonra da, kültürden çok daha büyük işlerle uğraştığı tahmin edilebilecek başka bir bakana geçti. Kültür alanındaki belirsizlik, Eski Türkiye’nin kültürel zemininin hükümet eliyle sürdürülmesinden başka sonuç vermedi.
Hükümetin görünür olmadığı bu alanda muhafazakâr sermayedarlar da mevcut değiller. Fakat Eski Türkiye’nin güçleri bu alanları kontrole ve güçlendirmeye devam ediyorlar.
Bu durum, tanınmış bir yönetmenin açıklamaları ile bir daha gözler önüne serildi. Daha önce kararlaştırılmış bir uygulama, yönetmenin bir televizyon programında yaptığı konuşmada AKP’yi yeterince eleştirmediği için beğenilmediğinden iptal edilmiş! Demek ki, kültür, sanat sadece kültür ve sanat değildir. Sanatın ve kültürün hamisi görünen büyük sermaye boşa yatırım yapmıyor. Türkiye için asıl felaket bu değil. Onların dışında yatırım yapanın olmaması!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.