Ekonomiden anlamam, siz anlıyorsanız bunların anlamı ne?
Ekonomiden anlamam. İyi iş yaptığını zannettiğim esnafa soruyorum:
“İşler nasıl?”
“Şükür geçiniyoruz!” diyor ve “Aah!” çekerek ekliyor:
“Memur, işçi geçinir, esnaf kazanır. Oysa biz geçiniyoruz! Faiz, kredi, işleri döndüremiyoruz. Büyükler kazanıyor! Bankalar kazanıyor! Devlet kazanıyor!”
“Nasıl yani, bu kadar otomobil satılıyor, demek vatandaş alabiliyor!”
“Evet, kredi ile, borç ile alıyor. Onu ödemek için tekrar kredi çekiyor. O kadar basitleştirmişler ki, bankalar herkesi kendine bağlıyor. Kazanan büyükler, bankalar, spekülatörler. Bankacılığa bağlı ekonomi. Eskiden de onlar kazanıyordu, şimdi de…”
Şimdi şu cümlelere dikkat ediniz: “2001 Türkiye krizinde kasaları boşaltılan banka sahiplerinin bütçeye bindirdikleri yük halktan toplanan vergilerle karşılandı. Gezi Parkı dolayısıyla faiz lobisine kızan Başbakan Erdoğan, ‘Bizim dönemimizde 5 kat büyüdünüz, derdiniz ne?’ diye sitemde bulundu.” (Ali Bulaç, Zaman, 22 Temmuz 2013)
Ya şu rakamlar ne demek istiyor:
Türkiye, 2003 yılı başından bu yılın Temmuz ayı sonuna kadar geçen 10.5 yılda 1 trilyon 546.3 milyar lira iç borç ödedi. Bu tutarın 1 trilyon 103.9 milyarını anapara, 442.4 milyarını faiz oluşturdu. Bu yılın Ağustos’undan 2017 sonuna kadar gerçekleştirilecek toplam ödeme, 400 milyarı anapara, 153 milyarı faiz olmak üzere 553 milyar lira.
Hazine Müsteşarlığı verilerine göre, 2003 yılı başından bu yana gerçekleştirilen ve bugünden itibaren 2017 sonuna kadar gerçekleştirilecek iç borç ödemesinin toplamı 2.1 trilyon liraya ulaşırken, bunun yaklaşık 600 milyar lirası faize gidiyor.
Özeti şu: Biz çalıştık, faiz lobisi yedi! Peki bunun neticesi ne?
“Beşerin hayat-ı içtimaîsinde bütün ahlâksızlığın ve bütün ihtilâlâtın menşei iki kelimedir: Birisi: ‘Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne?’ İkincisi: ‘Sen çalış, ben yiyeyim.’
“Bu iki kelimeyi de idame eden, cereyan-ı ribâ ve terk-i zekâttır. Bu iki müthiş maraz-ı içtimaîyi tedavi edecek tek çare, zekâtın bir düstur-u umumî suretinde icrasıyla, vücub-u zekât ve hurmet-i ribâdır [faizin haram olması].
“Hem değil yalnız eşhasta ve hususî cemaatlerde, belki umum nev-i beşerin saadet-i hayatı için en mühim bir rükün, belki devam-ı hayat-ı insaniye için en mühim bir direk, zekâttır. Çünkü, beşerde, havas ve avam, iki tabaka var. Havastan avâma merhamet ve ihsan; ve avamdan havâssa karşı hürmet ve itaati temin edecek, zekâttır. Yoksa, yukarıdan avâmın başına zulüm ve tahakküm iner; avamdan zenginlere karşı kin ve isyan çıkar. İki tabaka-i beşer, daimî bir mücadele-i mâneviyede, bir keşmekeş-i ihtilâfta bulunur. Gele gele, tâ Rusya’da olduğu gibi, sa’y ve sermaye mücadelesi suretinde boğuşmaya başlar.” (Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 264-265.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.