Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Sisi ile Mübarek... Ya da Ağa ile Kâhya’nın hikâyesi!

Sisi ile Mübarek... Ya da Ağa ile Kâhya’nın hikâyesi!

Bilirsiniz, yazıya “hikâye” ile başlamayı severim...
Hele de; “gündeme uygun ve gündemi en iyi anlatacak bir hikâye” olursa!..
Suriye’de, “Zalim Esad”ın gerçekleştirdiği “katliam”da; çoğu “kadın” ve “çocuk” 1500 kişinin öldüğünü dün yazdım...
Ki; halen “girilemeyen binalar” olduğu, dolayısıyla, “ölü sayısının artabileceği” söyleniyor!..
Bu katliam, artık “sözün bittiği yer”dir ve dünya bir an önce harekete geçmezse Esad denilen zalim yeni katliamlara da girişecektir!..
Bugün, Suriye için bir virgül koyup yeniden Mısır’a dönmek ve “Mısır’daki son gelişme” ile ilgili bir hikâye anlatmak istiyorum.
Malûm; Mısır’da, “Halkın oyu ile seçilen Muhammed Mursi” devrildi, ordu yönetime el koydu ve ondan sonra da “katliam”lara başladı!..
Ordunun “son icraatı” şu oldu:
“Mübarek’i serbest bırakmak!”
Evet;
Sisi Cuntası, “Devrik diktatör Hüsnü Mübarek”e olan “diyet borcu”nu ödedi... Sözde mahkemeler, Mübarek’i; “yolsuzluk” suçlamasından sonra, “zimmet” suçlamasından da “beraat” ettirdi ve “tahliye”sine karar verdi.
BİZ BU BOKU NİYE YEDİK?
İşte bu haberi “televizyonların alt yazıları”ndan ve önceki gün de “gazeteler”den okuyunca, o “meşhur hikâye” geldi aklıma...
Sık sık anlattığım, “Ağa ile Kâhya”nın hikâyesi şöyle:
“Ağa” ile “Kâhya”, binmişler “fayton” türü bir arabaya, düşmüşler kasabanın yoluna!..
Giderlerken, “ağa”nın gözüne; çok affedersiniz üzerinden hâlâ buhar yükselen bir “manda boku” takılmış...
Durdurmuş arabayı, dönmüş “kâhya”ya:
“Kâhya” demiş, “Şu manda bokundan bir parmak yersen, bu at da, araba da, köydeki kâşane de, çiftlik de senin olacak!”
Nihayetinde, “kâhya” da bir insan... Bir an, “zenginlik hırsı”na kapılıp, almış bir parmak, götürmüş ağzına!..
“Tamam” demiş ağa;
“Mal varlığımın tamamı senin... Şimdi gel, sen buraya otur, arabayı ben süreceğim!”
Anlayacağınız, “rol”ler değişmiş...
Ağa olmuş “kâhya”, kâhya olmuş “ağa!”
Kasabaya “yeni sıfatları” ile varmışlar... Alışverişlerini yapıp, dönüşe geçmişler!..
Yine;
Kâhya ağanın yerinde, ağa da kâhyanın!..
Ne var ki; “kâhya”nın içi rahat değil!..
Ya köylü sorarsa, ya “bu serveti manda bokuna borçluyum!” demek zorunda kalırsa!..
Bu düşünceler içinde köye dönerlerken, gelmişler, “manda boku”nun yanına... “Çiçeği burnunda ağa” dönmüş “eski ağa”ya:
“Heeyy ağa” demiş, “Şundan, bir parmak da sen yer misin?”
Ardından eklemiş:
“Yersen, bana verdiğin her şey, yine senin olsun!”
Ağa, arabanın durmasını bile beklemeden atlamış aşağı!..
Gerisi malûm!..
Her şey eskisi gibi!..
Köye yaklaştıklarında, “ağa”, dönmüş “kâhya”sına...
“Köyden çıktığımızda ben ağaydım... Kasabaya indiğimizde sen ağaydın... Köye girerken, ben yine ağa, sen yine kâhyasın!..
İyi de; biz o boku niye yedik?”
Sahi, niye yediler acaba?..
İnsanoğlu bu, yer!..
Hele de, gözünü “mal, mülk, zenginlik, para, makam ve şöhret hırsı” kapladıysa!..
“Her haltı” yer!..
“Manda boku”nu bile!..
Bu “hikâye”den yola çıkarak, Mısır’daki gelişmelere bir defa daha bakalım, “Cunta ile Mübarek”e soralım;
“Asker yine yönetimde!..
Mübarek yine özgür!..
İyi de;
Bu boku niye yediler?”
Öyle değil mi;
Mübarek, 30 yıl boyunca oturduğu iktidar koltuğundan; Tahrir Meydanı’nda başlayan “Arap Baharı” ile yani “Halk Devrimi” ile indirildi ve ardından “sanık koltuğu”na, pardon “sanık yatağı”na yatırıldı.
Evet, o “hâlâ bir Firavun”du ama bu defa “demir kafes” içinde bir “firavun”du!..
Yargılanmaya başlandı!..
Bu arada, iktidarda “halkın oyu ile seçilmiş Mursi” vardı ve “diktatörün hesap vermesini” istiyordu...
Öyle ya;
Mübarek denilen diktatör, “Arap Baharı” esnasında “Tahrir Meydanı”nda toplanan halkın üzerine “Baltacı”ları sürüp, insanları katlettirmekle de suçlanıyordu!..
Anlayacağınız;
“Yolsuzluk”tan, “zimmet”ten ve “cinayet”ten yargılanan Mübarek’in kurtulması mümkün değildi!..
Gelin görün ki;
“2011’deki Arap Baharı eylemleri” esnasında Tahrir Meydanı’nda toplanan halkın sesine kulak verip, “Mübarek’i deviren” ordu, yine “Tahrir’deki halk(!)ın sesi”ne kulak verip, bu defa “halkın seçtiği cumhurbaşkanı”nı devirdi ve ne ilginçtir ki; 2 yıl önce hapsettirdiği Mübarek’i serbest bıraktırdı!..
İyi de, “değişen” ne?..
Mübarek “iyi bir adam” ise, niye devirdiniz?.. “Tu kaka” ise, niye “tahliye” ettirdiniz?..
“Sahi;
Siz bu boku niye yediniz?..”
TAHRİR NİYE SESSİZ?
“Madalyonun bir yüzü” böyle...
Gelelim diğer yüzündeki resme...
O resimde, “Tahrir Meydanı’nda toplanan halk” var...
Bu halk, 2 yıl önce demişti ki;
“Mübarek defol!”
Ordu da, “halkın sesi”ne kulak vermiş, Mübarek’i defetmiş, “halkın talepleri”ne uyarak, “sandığı” koymuştu...
Halk sandığa gitmiş, “oy”unu da “Mursi’den yana” kullanmıştı!..
2 yıl sonra ise...
Aynı halk(!), bu defa “Mursi’nin gitmesi”ni istedi, ordu da yine “halkın talebi”ne(!) uydu ve Mursi’yi tutuklayıp, Mübarek’i serbest bıraktı!..
Pekiii, soralım o zaman;
“Tahrir nerede”dir?..
Öyle ya; 2 yıl önce “Mübarek defol” sloganlarının atıldığı Tahrir’de, şimdi kimsecikler yok!..
İn-Cin ve bir de Sisi, top oynuyor Tahrir Meydanı’nda!..
Adeviye, Nahda ve Ramses meydanlarında toplanan ve “katliam”lara maruz kalan “gerçek halk”ın sedası ise, hâlâ kulaklarda:
“Mursi’ye özgürlük!”
Şu hâle bakın;
Tahrir’de toplanan halkın sesine kulak verip, “Mübarek’i tutuklayan” ordu, Adeviye ve Nahda meydanlarındaki “halkın sesi”ni duymayıp, yine “Tahrir’in sesi”ne kulak verdi ve bu defa “Mursi’yi tutukladı” ama Mübarek’i de serbest bıraktı!..
2 yıl önce “Mübarek’in gitmesini” sağlayanlar, 3 Temmuz’da da “Mursi’nin devrilmesi”ne yol açanlar, “Mübarek’in tahliye edilmesi” karşısında ne Tahrir’e koşuyorlar, ne de protesto gösterisi yapıyor!..
Siz olsanız sormaz mısınız;
“Burada bir orostopolluk var ama, nedir?.. Bu yapılan demokrasi hokkabazlığından başka bir şey değildir...Tahrir’de toplananlar, yoksa ordunun paralı askerleri miydi?!?”
Yooo, eğer “halk” iseler ve Mübarek’i göndererek bir “devrim” yaptı iseler, “Mübarek’in tahliyesi”ni niye protesto etmiyorlar?..
TAHRİR VE TAKSİM!
Uzun lâfın kısası;
Ordu ile Mübarek arasında bir “bok yeme” vak’ası yaşandı ama, o bok, “manda boku”ndan daha büyük bir bok olmalıdır!..
“Fil boku” mudur, “Hipopotam boku” mudur, yoksa “Gergedan boku” mu?..
Her ne “bok” ise;
Asker ve Mübarek, yediler işte!.. Yerken de, ellerine, yüzlerine bulaştırdılar...
Bu boku yalayıp, temizlemek ise;
“Tahrir’in bok böcekleri”ne ve de “Taksim’in Gezi Zekâlı”larına kaldı!..
Ordu ve Mübarek arasındaki “kayıkçı kavgası”nın ara dayağını ise, “Muhammed Mursi ve Müslüman Kardeşler ile Adeviye’de toplanan gerçek halk” yedi, iyi mi?..
Çünkü, ordu yine başta,
Mübarek yine özgür!..
Eeee?!?..


Ülke TV’de vatandaş Tayyip Erdoğan’ı gördünüz mü?

Önceki gece Ülke TV’yi izlediniz mi?..
İhvan liderlerinden Muhammed el-Bilteci’nin, Adeviyye Meydanı’nda şehit edilen kızı Esma’ya yazdığı mektubu Dursun Ali Erzincanlı’nın sesinden dinlediniz mi?..
Önceki gece Ülke TV’yi izlediniz mi?..
Bu mektup okunurken gözyaşlarını silmeye çalışan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın hıçkırıklarını duydunuz mu?..
Önceki gece Ülke TV’yi izlediniz mi?..
Mektubun sonunda, Turgay Güler’in sorusu üzerine gözyaşlarını durduramayan, hıçkırıklara boğulan “Vatandaş Tayyip Erdoğan’ı” gördünüz mü?..
Sözün özü... Önceki gece; “televizyon tarihine geçen Ülke TV”yi izlemediyseniz, bulun bir yerlerden, tekrar tekrar izleyin... Orada, “bir baba ile kızı”nın direniş hikâyesini göreceksiniz...
Orada; bir “lider” ve “Başbakan” olmanın ötesinde “vatandaş Erdoğan”ı göreceksiniz!.. Orada “insan” göreceksiniz, “adam gibi adam” göreceksiniz, orada “bizden biri”ni göreceksiniz...
Ülke TV’ye teşekkür ediyorum ki; önceki gece, “farkı fark etmemizi” sağladı...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi